31 Ekim 2007 Çarşamba

MEÇHUL

Duvarın arkasında kaldı bilinen tüm hakikat
O kadar uzak, bir o kadar içimde saklı hayat

Ne vakit yol görünse fincanın kara telvesinde
Gitmenin tatlı keyfi yerine acısı düşer ellerime

Hazırlanılmaz bir güz’e geçmez mevsimler
Gözde büyütülür gar soğuğu geçmez trenler

Hangi yol büyür bu kadar el bebek gül bebek
Hangi deli oğul balıyla dolar kovandaki petek

Şaşkın bir terk dolaştırır ayaklarımı yürütmez
İşitmez feryadımı duvarlar seslensemde işitmez

Yanındayken saçlarına takılan gümüş teller mi
Yoksa kırgınlığının sebebi çok sevdiğinden mi

Yanık bir rüzgar öpüşüdür pişmanlık denen
Yakıcı mevsimin kol kanat çekişidir esiren

Tut ki hiç bilmedik hiç uyanmadık aynı sabaha
Tut ki aç kalmadık adalete seninle omuz omuza

Çekmedik mi merhamet yemenisini vicdansızdan
Bakmadık mı vazgeçen ümitsizlerin arkasından

Şimdi yol göründüyse gidilecek mecburi meçhule
Bahçemdeki cevizden o gemiyi kaldır makbere

30 Ekim 2007 Salı

EYSSKİCİİİİİ.....

Eski aşklarını atma hanım abla
Topla bırak kapının önüne
Alırım bir akşam vakti
Bozarım hepsini
Kalbine layık hatıralar
Acıtmaktan vazgeçmiş
Pişmanlıklar dikerim üzerine
Boncuklu merhametler işler
Bırakırım telefon tellerine

Eski ayları atma hanım teyzem
Hazırla kapının önüne
Geçerken ben alırım
Akşam vakti gökyüzünden
Keser biçer yıldızlar dikerim
Karanlık olmaz hiç geceler
Sen saklanmış bir ay beklersin
Dilek tutarsın yıldızlardan
Duyarım sesini
Çekerim elimle ipini
Sevinirsin gelecek torunlar bu ara diye
Her akşam vakti parlatırım her birini

Yok be canım amcam, terk edenlerin
Bişeyciğini toplamıyorum
Bırakma boşuna bir işe yarar diye
Ziyan olmuş demek verdiğin emekler
Kaldır at hepsini bu saatten sonra
Elimde artan sevgilerden
Renkli mutluluklar var
Her sabah bırakayım pencerene
Sen güvercinlere yem bırak
Gülümsesin bıraktığım mutluluk sana

Eyyskiciiiiiiiii…

Eskiler alırım eyyskiciiiiii…

BIRAKMAYACAKSIN...

İstesem de istemesem de
şarkılar seni söyleyecekler nasılsa
Yanımda ki huzursuz ve huysuz halinle
Sırnaşacak hatıran hatırıma
Unutturmayacak,unutamayacağım
eskittiğin hiçbir ümidimi

ne kadar uzağa gidecek olsamda
bir sen
kalbim sıra gelecek benimle
kurtulamayacak bir yanım
hükmettiğin günlerinden

başlattığın bu oyun
sürüp gitmeyecek nasılsa
ama sen inad edeceksin
“bırakıyorum, sen kazandın” desem
mızıkçı olacağım
yensem yenilgiye doymayacaksın

pencereye gözüm ilişecek
uzaklara baktığımı sanıp kızacaksın
oyuna dön, benimle ilgilen, yemek yap
ya da başka bir işle oyalayacaksın
erken uyusam başımı bekleyip
geç uyusam ders çalışıyor gibi yapacaksın
biliyorum bırakmayacaksın

her uykumun arkasından
rüyalarımı soracaksın
bir yer gördüm yeşillik desem
yeniden korkuya kapılacaksın
içine akan yaşlarla tanışacak
için için ağlayacaksın

daha fazla kalacaksın dışarıda
alışmaya çalışacaksın yokluğuma
olmayacak
dayanamayıp eve koşacaksın
dualarla basacaksın kapı ziline
gözlerini yumacaksın
bir düş aralayacak kapıyı
karşılanacaksın

istesem de istemesem de
şarkılar beni hatırlatacak sana
ağlayacaksın…

29 Ekim 2007 Pazartesi

öylesine bi zaman...


bugün bir tuhafım
bir yanım eksik sanki
sol omzum çökük
ayakta durmaya çalışan
yıkıntı bir konak gibiyim

aynalara bakacak yüzüm kalmamış
pencereye sırtım dönük
gün ışığıyla aram bozulmuş
yokluğunun yarasa kanatları
boynumu bükmüş


bu gün bir tuhaf içim
ciğerimde bir tarlanın
anız’larının yanışı
kurdun kuşun ağlayışı

yanım...
bi yanım yangın yeri bugün
gözlerimin ucunda sayısı belirsiz
bir keder ordusu
kuşanmışlar senli sensiz dertlerimi
yalınkılıç bir yürekle
kalakalmışım karşısında

karanfili özledim bugün
kırmızısını morunu kokusunu
toprağında duruşunu
kökleriyle suyunu yudumlayışını
yapraklarında ağlayışımı


...bugün…


vakti nerede şaşırdığımı düşündüm
nerede yanlış yaptığımı
neden bu kadar çabuk
gözlerini gözlerim saydığımı
ve nasıl olupda gözbebeklerinde
ağlayışımı tutamayışımı
senin gözlerinde
çoktan vazgeçtiğim
bir hayatı yakışımı
düşündüm bugün…

oysa
dün düşünmeliydim
ondan önceki gün
günlerdir düşünmeliydim dediğim
bu mevzuyu
çoktandır düşünmeliydim
halbuki ilk defa
bugün düşündüm

geç kalışımı düşündüm sonra
düşünmek için geç kalışımı
yaşamak için çok geç kalındığını
kaçırdığım tüm zamanları

ayarı tutmayan bir kol saatiyim şimdi
bir ara doğru zamanı göstersin diye
ümidini kaybetmiş bir sabırla
beklemekteyim
sensizce, sessizce...

olabildiğince iyiyim yinede
daha iyisini bilmediğimdendir belki de
nasıl daha iyi olunur

iyi olmak...
ellerinde ellerimin olması değil miydi
yokken daha iyi nasıl olunur ki
ümit ekmiyorum sensiz odamın saksılarına
büyütmüyorum dualarımı
gözümde büyütmüyorum yokluğunu
bodur bir aşk güneşe bıraktığım
bir gün ağaç olurmu
bilmiyorum
sürmekte olan bir hayat
yakama tutunuyor

bir şiir düşüyor çenem bağlıyken
parmaklarımdan dökülüyor ismin
sen… diyor sadece

sen...

sen bile duymuyorsun bu sesi
bir içim biliyor
birde yazıp sakladığım beyaz kağıtlar...

DAĞ


Geri verebilirsen durma ver
Duyduğum tüm sevginin
Ve tüm aşkın
Tuzunu biberini
Yaşanan ne varsa seninle
Kavgasını gürültüsünü
Gülüşmesini sevişmesini
Geri ver
Verebilirsen durma hadi
Kurduğum çatımı
İçine koyduğum hayali
Hayalden mutluluğumu
Uydurduğum huzuru
Sabrımı suskumu
Hadi ver ne aldınsa
Gözlerimden
Yıldızlarımdan ve o hilalden
Ne varsa sana bıraktığım
Hepsini geri ver
Yıkıl üzerime toprağınla taşınla
Sapla üzerindeki ağaçların köklerini
Estir fırtınanı dök dolu’nu
Acıma dök verdiğim ne varsa
Geri ver tüm yalnızlığımı…


29/10/2007

28 Ekim 2007 Pazar

EBLEH




Mahallenin bir delisi vardı
Deli akıllı çıktı ahali
Herkesin he dediği yerde
I ıh dedi başka da demedi
Meğer bu mahalde akıl yoksunu
Ne çok adam birikmiş
Her muhtar değişiminde
Aklını biraz daha yitirmiş
Gelen giden tükürse yüzüne
Üstelik yalan olan sözüne
İnanıp düşmüşler yola
Koyungözleriyle bakıyorlar sağa sola
Biri gülse kalanı gülmekten ölüyor
Sırtı açık uyurken
Pireleri peri diye seviyor

İnceden dalmışlar boğazına
Parsellemişler ne var ne yoksa

Sığır çobanı olsa
Verir mi hiç akıllı çoban alamazlar abasını
Alıyorlar da urbasını
Haberi yok deli zekâlım
El çırpıyor “Yaşa… Varol…”
Bağırıyor zavallım
Eli yok ki dokunsa yılan
Bin yaşasın elbette
Bu mahalleye çok be aslanım
Bu kadar aleni yalan
Ya bu deve yolu öğrenmeli
Ya bu deveyi yatırıp dövmeli
Meskûn mahal dediklerinde insan olur
Böylesi olsa olsa ebleh mahal olur

27/10/2007, ankara

KONUŞ...

Konuş…
Susmaların ardına saklanma
Görünmezsin orada
Bir şey söyle nefret olmasın içinde
İçimde saklı kal minik ellerinle

Konuş …
Kurduğun baharları anlat yeniden
Kara kışı ağart gözlerinin gülüşüyle
Bir ölüm pişman olsun gelmeye
ötelensin
Bir kefen boş kalsın öksüz yetim
Toprak girmesin gözlerime

Konuş…
Sesin yeşersin göz bebeklerimde
Can suyu olsun
Soluğun dolsun odama
Yüreğim ısınsın yalnızlığın pençesinde

Konuşursan senin seyrindeki gözlerimde
Bir ışığın yıldızları kıskandıracağını
Bir keman telinin mutluluktan kopacağını
Ve menekşenin çiçek açacağını
Üstelik yolların artık son bulacağını
Bilmiyor musun?

Konuş bir tanem…
Çanlar çınlasın her bir kelimende
Ve soluğunda nefese denk olduğuna
Yaşamın…
Seninle bir hayatın
Sonunun olmayacağına
İnandır yeniden konuşmalarınla

Usulca yumayım göz kapaklarımı
Dizlerinde başlayan karanlığıma



27/10/2007, Ankara

GİZEM




Bir arp’ın tınısında saklısın
İlahinin satır arası
Kelimenin ilk harfinin
Noktayla başlayan kısmı

Nefesin verildiği son an
Ciğerin dolmaya meylinde
Gözyaşının tuzundan arındığı
Acının hükmünü kaybettiği
İlk anda…

Güneşin doğmaya yakın zamanıyla
Batışındaki alacada
Bir yaprağın damarında
Bir rüzgârın
Gören göze toz atışında

Savaşın tam ortasında
Akan kanın dumanında
Bir kutsal kitabın kabında
Bir yudumun tadında
Bir çocuğun ağlamasında
Bir ananın yarasında

Bir elin uzanıp
Kimseyi bulamamasında…
İmdatsız bir zamanın
Görünmeyen yordamında…

Saklısın
Görünmezsin
Duyulmaz bilinmezsin
Yine de inanılan
Ve uğrunda can verilensin…

Bendesin,
Gizlendiğine inanan
Tüm gözlerin önündesin…



25 Ekim 2007 Perşembe

BEKLENEN NE...



Yoncaların yapraklarına saklanmış senli gün
Hep bir eksik geliyor tamamlanmıyor sözün
Ne zaman sana gelesim olsa bir maraz
Ne zaman bana gelesin gelse yolda bir araz

Tamamına ersin diye dualar büyüttüm
Yürüttüm abuldatıp sevgilerimi, yürüttüm
Sarı başakların dikenlerinden yazlara
Sonuma kadar çamura batacak olsam da

Su verdim pencere pervazlarına geceleri
Menekşeler neden kurudu anlamadım ki
Bir kâse bulup sakladım fağfur olanından
Dönmek istersen su serpeyim arkandan…

Kurma kurdurma bana gelen saatlerini
Bırak içimde yeşerteyim sen hayallerimi
Kavrulsun madem kurusun toprak bu yaz
Zemherime musallat olsun elimde ki ayaz…


25/10/2007, ankara

Bilinmez...



Her güz yaprağının renginde vurulur baht
Son bir rüzgâr istermi istemezmi sorulmaz
Serpilir üzerinde üvey ana kılıklı bir kar
Toprağa ermekle dirilir mi ruh bilinmez

Allah bilir ama bir zaman aynalı beşikteki
Çile dediğinin anasıyla danasını sallamakla
Kızılcık sopasının sırtındaki iniltisi aynıdır
Gönüllüce gül zamanı bulunur mu bilinmez

Kestirme bir uykuyu gaylüle hesabına alsa
İflahını kesen uykusuzlukları tek tek ayıklasa
Tavşanın uyur gezerliğinden farkı adamlığıysa
Huzur söylentilerinin bir aslı var mıdır bilinmez

Bilse bilse yar bilir,
O da ağyar’dan bilir…

21 Ekim 2007 Pazar

SEVGİLİ GÖKSEL GÖKÇİMEN...

GÖKSELİM, ÇİLLİM, SAKARALIM, GÜLEN YÜZÜM, GALATASARAYLILIĞIMIN ASLİ SEBEBİ, ÖZLEMİM...

7 ARALIK 2000 DEN BERİ YOKLUĞUN HATIRA OLARAK KALDI.

ÖZLEDİM SENİ, SOHBETİNİ, GÜLÜŞLERİNİ...

HERKESİN GÖNLÜNDE O FERAH VE GENİŞ GÖNLÜ HOŞGÖRÜYÜ ARIYORUM HALA BİLİYOR MUSUN.

ŞİMDİ BİR OĞLUM VAR. SANA BENZİYOR CAN SADECE ÇİLLERİ YOK :) ONA HER BAKIŞIMDA SENİ ÖZLEMEKMİŞ, SANA BENZEMESİNİ İSTEMEK...

YAŞI BENZEMESİN İNŞAALLAH.

DUALARIMDASIN SENİ HİÇ UNUTMADIM.

OLDUĞUN YERLERDE GÜLÜMSEMELERDEN BİR GÜLİSTAN BÜYÜT.

BU GECENİN DİĞERLERİNDEN HİÇ FARKI YOK YEDİ YILDIR. DAHA DA FAZLA HATTA.

YİNE YOKSUN VE BEN HALA OLMADIĞIN BİR DÜNYADA ELİMDEN TUTUP SENİN TARAFINA GEÇİRECEK O GÜZEL MELEĞİ BEKLİYORUM...

:)

Yemeni bağlamış telli başına
zülüfleri düşmüş hilal kaşına
henüz girmiş onüç ondört yaşına
edalı işveli köylü güzeli...

ne edası ne işvesi ne güzelliği kaldı köylü güzelinin. güzel görebilen gözler kapandı, güzellik anlamını çoktan kaybetti.

GÖK...SEL...

Çatılmış odunların çıtırtısında
Kaybettim doymadığım gülüşlerini
Bir oğul diledim sana benzeyen
Ama yokluğuna rıza etmedim

Ansızın döküldü kalbime
Çilli ama şen gülümsemen
Hızla gömülüp gittin
Kalan fırtınayı düşünmeden

Sen bir sırlı hüzzam gibi
Bende gizinle ağlamaksız
Hıçkırık gibi kalacaksın

Erken zamanlara meraklı
Yağmur arkası toprak kokulum
Giderken öpücük gibi yanağıma
Kayıp bir zamanı anı diye bıraktın

Özlemek nedir bilir misin

GÖKyüzümün SELi
Bilir misin zemheriyle karışık
Sakladığın acıyla gülmeyi…

19 Ekim 2007 Cuma

GÖNDERİLMEYEN MEKTUP (IV)


19/10/2007



Çok kolay olmadığını biliyorum bunu söylemenin. Söylemek lazım yine de. Susmak daha da acıtır böyle zamanlarda. Kalakalmak ve söyleyememek. Hiçbir şey yokmuşcasına öylesine çekip gitmek namussuzluktur biliyorum.

Bir bakışla sevdiğini anlayabilenin, bir bakışla gittiğini anlayamayacağını sanmak ne büyük akılsızlıktır.

Biliyorum, gidiyorsun. Uzaklar sana gelemiyorsa sen gitmelisin belki de. Bedeli ödenmiş her uzak senin şimdi. Bedel… Ödenebilecek bir bedel olsun yeter ki. Ya yaşananlar ve çıkıp giderken geride bırakmak zorunda kalacakların. Üstelik en ihtiyaç duyduklarına inandığın vakitsiz bir vakitte.

Bazı şeyler var ki bedeli ödenemiyor. Ne bir ederi ne de bir bedeli var onların. Bir can verebiliyorsun sadece ve bir kalp koyabiliyorsun içerisine sevgi dolu. O andan itibaren seni yaşamayı bırakıp verdiğin canı yaşatma zamanı başlıyor karşılık beklemeden. Umutsuz ve beklentisizce.

Düşünüyorum da, kendi hayatını yaşamak belki de en az yaptığımız. Kendi gönlü için yaşayabilene hiç rast geldin mi sen? Benim karşıma hiç çıkmadı böylesi.

Kolay değildi yaşamak. Kolay olmadı, seni yaşamadığım bir hayatın içerisinde yaşatmak ve yaşamak.

Üç beş eşyanın kölesi oluyor insan böyle hissettiği zamanlarda. Sabah kalkar kalkmaz çayı ocağa koymak ama bir fincan bile içmeden kendini temizliğe vermek. Düşünmeden yapılan işler. Sanki her yeri elden geçirince içinde biriken ne kadar kırıntı varsa geçecek temizlenecek gibi. Böyle olmayacağını hesap bile edemiyor insan. Hesap kitap tutmuyor sözler verilirken. Gönül istiyor sadece. Bazen önü deniz ardı ağaçlarla buluşan bir kulübe yetecek sanıyor insan. Yetmeyeceğini bile bile. Ama yaşamak için bir gaile gerekiyor. Hepsi bir oyalanma hepsinin bir yalan olduğunu bilse bile.

Yaşadığımı hissettiğim kısacık zamanlarımın deniz yıldızı hikâyesisin sen. Ayaklarımı bile sokmadığım o denize arsızca sokulan iskele ucundan bir gece vakti minicik bir mumu bıraktığın zamanlarımda saklı kalan. Üşüdüğünü görüp üzerimdeki hırkayı çıkararak, ceketinin üzerinden sarmaladığımsın sen benim. Daha çok üşümeye razı olarak. Uzaklarında sadece karanlığın görüldüğü ufuksuz denizyıldızı hikâyem. Hiç kimsenin yanında, senin yanında olduğum kadar susmadım ben. Sor tanıyan ne kadar kimim varsa. Tek bir şey söyleyecekler sana isyan kadın. Kalelerimden vazgeçtiğim yegâne denizyıldızı hikâyemsin sen benim.

Bugünlerde yeniden sesinin tınısı geliyor kulaklarıma. Sesin duyuluyor gönlümün uzaklarında. Bir gece kadar karanlık gözlerin ve sesin bir gecenin sessizliğinden daha da sağır edici. Çıt çıkmıyor kalemimden. Ya gönlüm…

Sen uzaklara alıştırdığın yabanlık urbanla çıkıyorsun el gibi karşıma. Yüzünde bir gülümseme… Gözün üstünde kaşın var desen yağmaya namzedim. Baykuş seslerini ağırlıyorum bahçelerimde ve alıcı kuşlar dört dönüyor başımın üzerinde. Yüz vermiyorum hiç birine. Ölmeye hazır değilim daha. Bir defa daha görmek mi niyetim. Bunu yalnızca ayaklarımın yerden kesildiği o dört koluma girilen zamanlarıma sakladım. Başına taç olmalıyım o gün, gözyaşlarını silmeliyim kimseler görmeden yine. Son bir defa yüzümü görmeni dilerdim, seni gördüğünde gülümseyecek bir yüz ve sana akacak iki damla gözyaşı dilerdim. Buz kesmiş yüzümü parmak uçlarınla kurulamanı ve iki damla gözyaşımı kendi pınarlarında tutmayı başaramadıklarınla buluşturmanı isterdim…

Son bir söz zamanı şimdi. Ne söylemesi ne işitilmesi kolay bir son söz. Gözlerinde sevgiyi görebilenin gitme zamanı dediğini göremeyeceğini sanıyorsan yanılıyorsun.

Sana kal demeyeceğim. Senin bana gel demediğin gibi. Giderken hiç değilse son bir defa elini tutan elime kayıtsız kalmamış olsaydın. Hiç değilse bir mecburiyet olsaydı bu gidişin ve yaralanan kalbim bunun bir vazgeçiş olduğunu hiç düşünmeseydi.

Öyle ya da böyle bir son söz vardı dilinin ucunda. Kirpiklerimden süzülerek avuçlarıma döküldüğünde topladım söyleyemediğin tüm sözleri. Biriktirip içime koydum, sevebildiğine inandığım tüm anlık zamanların yanına.

Güneşin yağdığı aynı gökyüzünün altında aynı zamanlarda yaşıyor olsak ta tüm aydınlığa rağmen görünmez olma zamanları bu ayrılış zamanları.

Aydınlığımda gördüğüm gözlerin şimdi gecelerin karanlığında uykusuz kaldığım kurmaca düşlerimde görünüyor sadece bana. Karanlıklar korkutmuyor gözlerinde gördüğüm o son sözün karanlığı kadar.

Ne kadar zor olsa da söylenmeli o son söz ille de. Söyle hadi o zaman. Söyle, gözlerimdeki ışıklar sönsün. Gözlerin karanlıklara gömülsün gözlerimde. Sen son sözünü söyle şimdi. Ama benden sakın bir son nokta koymamı bekleme. Zira tanıdığım hiç kimse için bir bitiş yaşamadım ben içimde, an be an içimde yaşatmayı sürdürürken.
Değil ki sen. Sen bu kadar bendeyken ve ben bu kadar sende kaybolmuşken… Sakın benden bir son nokta koymamı bekleme.

Şimdi sen yoluna ben yoluma. Ne senin kirpiklerin ıslansın ne de benim gözlerim bir damla uykuya doysun bundan sonra.

Geriye dönüp bakma bu saatten sonra. Noktası olmayan bir bitişin geri dönüş hikâyesi çıkmaz artık bu kalemden…

Öptüm sağ avucundan yaşattığım tüm sevgiyle. Varsa cesaretin koy vicdanına değdirmeden kalbinin üzerine.

GÖNDERİLMEYEN MEKTUP (III)


19/10/2007








Görmeni istediğim öyle çok şey vardı ki seninle görmek istediğim. Bir martının çirkin sesine rağmen kar beyaz kanatları örneğin. Çığlığında açlığın sesini, çöpçü güzeli oluşlarına rağmen terzemiz kalışlarını. Bir deniz seyretmek isterdim ucu bucağı yitik gözlerinde. Sen ufku izlerken, gözlerinin derin sularında kaybetmek ruhumu.

Esen tüm rüzgârların resmini çizebilirdim oysa yanımdayken, yemin ederim. Fırtınalara göğsümü gerip dingin zamanlarının hayalinde yanabilirdim, and olsun. Yokluk yoksulluk komazdı, bakardım azıcık aşım kaygusuz başım misali sana. Bir sıcak tarhananın kokusunda tükenirdi fukaralık ve sustururdu doymak bilmez nefsimi içimdeki sevdan.

Toprağına serilebilirdim çimen misali ve yorganım olurdu toprağın, üşümek nedir bilmezdim. Suyum sen, tuzum sen olurdun. Gülüşüm senden, huzurum gönlümden ama helalinden olurdu ille de.

Yol bilmezdim sana yürünenin dışında, izim görünmezdi çıt çıkarmadan yürürdüm karda bile. Yok olurdum varken, sende olurdum, seninle olurdum…

Senden oldum ya… Her şeye inat gibi. Sen hiç olmadın, beni hiç sende edemedin ya. Benliğim, olsa ne olmasa ne bundan sonra.

Sesime sesin gelmez ismini söylediğim karanlıklarımda. Bir ses vermezsin nedenli nedensiz, kim bilir hangi sebepten. Toprak döşeğimi çekerler ayaklarımın altından o zaman. İner tepeme gök kubbem. Yıldızlar batar gözlerime, kanarım. Hilal keser şah damarımı gecelerin sessizliğinde. Sesim kısılır, boğulacak gibi olurum, hıçkırıklar dizilir boğazıma. Yutkunurum. İsmini kazıdığın kabuklarım, acım büyüdükçe arşı bulur. Boyumu geçer, isminin baş harflerini bile okuyamam. Zaman demiştin… Zamanla geçecekti attığın çentiğin acısı. Kabuk bağlayacaktı bıraktığın yara öyle söylemiştin. O zamanda inanmamıştım. Ama sen inanmamı beklemiştin kendince. Kendini anlatmıştın belki de gönlünce. Seviniyorum bu yüzden. Yaşadığımı yaşamadığını düşünerek. Değilse çekilecek dert midir bunun böylesi. Gitmek yalan, kalmak zül böylesi bir dertle. Elinden gelen sadece, susup derin derin düşünmek belki de.

Şu uslanmaz deli kalbim, her ismini söylediğinde sessiz sessiz, bir çığlık kopuyor aniden. Bir ağıt tutturuyor içimdeki boynu bükük kala kalan. Sus diyorum, sen bari sus. Uyu hadi uyu yeniden ve yeniden. Uyu sabaha kadar ve uyu gün ışığında bile n’olursun. Uyu gönlüm… Uyu ki uyku yarı ölüm, ancak o susturur içindeki yangını bu saatten sonra.

Senden oldum ya. O gün bugündür pek nazlıyım kendime. İncitmiyorum, kırmıyorum gönlümü. Emanetin gibi saklıyorum gelincik tarlalarında. Beyaz güllerin yapraklarına beliyorum enikonu. Çok geçmiyor utancından mıdır, acısından mıdır bilemedim ama kırmızı kırmızı yangınlara dönüyor beyaz gül yaprakları. Eskiye sayıyorum, kana boyananları. Alıp yeniden ak gül yapraklarıyla avutup, sarıyorum kanayan yanlarını.

Gözlerinde seyretmek istediğim tüm dağlar yıkıldı bir bir. Gidişinle tüm ummanlar kurudu birer birer. Şimdi bana sunulan dünya, yeniden yeşermek ve yeniden hayat bulmak için, sadece gözyaşlarıma muhtaç biliyorum. Sen tek damla gözyaşı dökme ama sakın. Zira senin kederinle dünyama bir kasvet çöker. Ümidimin kasketi iner gözlerinin üzerine. Yol bulamam yeniden hayata. Pusu kuran şerlerin kuytulardaki bekleyişlerini kestiremem. İzin verme kederler yol bulamasınlar senden yana. Karanlıklar geçmesin kubbe-i arzından. Kendine kurduğun o dünya, şen şakrak haliyle sürüp gitsin.

Selamlarım var martı kanatlarının en beyaz teleğinde. Gökyüzünde üzerinden geçerlerken bırakacaklar sessizce minicik beyaz bir kelebek gibi. Gözlerinin önünden düşecek yeryüzüne ve sen nice sonra anlayacaksın sana ulaşan bir mazruf olduğunu yürüyüp giderken. Döndüğünde kül olmuş olacak bulamayacaksın yeniden, elinden başka bir yere düştüğünden…

Bir ben unutup gittin senden arta kalan bende. Bir ben kaldı metruk bir mahalde köhne bir halde. Ben sende abaddım. Sen…

Baki selamlarını aldım dünkü günümde. Selamın bende baki kaldı.

Öpüyorum sağ avucunu şimdi sıcacık bir selam olsun diye. Her sağ avucunu öpüşümde koy sen yine gönlünün üzerine, yüreğin el verirse. Dikkat et vicdanına doğru kaymasın koyduğun el. Zira sızlarsa duyulur iki saat ilerinde bile…

ÖLÜ OLSAN...

“Ölü olsan küçük bey, canın acımaz bu kadar
İhtimal ki canlısın, ayak parmak uçlarına kadar “
Deyip yürüdü kasabanın deli kisvelisi
Öyle ya madem canın acıyor demek ki dirisin
Derinin en ince noktasına varıncaya kadar


Yürü git dünyanın bitmez telaşesinde
Kırgınlık toplama kırık canlar misali boş boş
Toplanacaksa bir yerlerde bir şeyler
Adamakıllı kırılanları topla sağda solda
Kıymeti bilinmemiş mücevherler gibi
dağılmış nazardan boncuklar…

18 Ekim 2007 Perşembe

Funda Arar'dan bu şarkıyı hiç dinlemiş miydiniz?

http://www.youtube.com/watch?v=lD0BkZJHNN8

bir tek şey düşündürdü bana sadece...

Gönderilmeyen mektuplara öyle yakıştı ki.
Okumaya başlamadan önce bir pencere açın ve lütfen benim yaptığımı yapın.
Bir yandan şarkı gelsin, bir yandan mektubu okuyun isterseniz.

GÖNDERİLMEYEN MEKTUP (II)



18/10/2007


Bu sana içimde biriktirdiğim kim bilir kaçıncı mektup. Sanma ki sesim çıkmıyor diye unuttum, unutuldun, unutulabildin. Unutmak… Ne büyük nimettir hâlbuki. Unuttuklarımıza sitemimiz ne büyük hatadır belki de. Oysa uykusunu kaybedenden başkası bilebilir mi uykusuzluğun çilesini. Unutamamakta böyle bir şey işte.

Birkaç satırında kendimi bulmam yeniden darmadağın etti işte hayatımı. Oysa uzun zaman olmuştu gidişin. Seni hiç hatırlamayacağıma söz vermiştim. Ankara’nın kışında kıpırtısızca kışın geçmesini bekleyen siyah kuğuların, hareketsiz duruşlarını seyrettiğim o kafe’ye, bir daha hiç uğramadım. Bir daha hiç dinlemedim seninle dinlediğimiz tangoyu ve hiç izlemedim tangoda birbirine sarılıp, aşkın resmini dansa çizenleri.

O günden sonra birçok şey değişti ve hiç bir şey değişmedi. Yani yine başladığım noktadayım. Değişen her şey benim ve gönlümün dışındaydı. Değişmeyen tek şey bendim ve gönlümdü. Senden ayrıldığım o kış akşamında durdu zaman. Yürüdüğüm hiçbir yolu yürüdüm sayamadım. Öylesine yürünmesi gereken yollardı işte. Ehemmiyeti yoktu. Bir kış geçti gidişinle sonra bir yaz, sonra bir kış daha, bir yaz daha ve bir kış, bir yaz daha. Ama vakit hiç geçmedi nedense. Her Ramazan gelişinde sahura kadar uyuyakalma korkusu taşıdım ertesi günkü orucunu aç karnına tutmayasın diye. Bu yüzden hiç uyumadım gittiğinden beri sahur zamanlarına kadar. Yapılacak bir sürü şey uydurdum kendime. Her patlıcan yemeğinde sen geldin aklıma, çok severdi diye. Sen hiç gelmedin. Gelmeni ben bile istemedim.

Evet, gelmemen en iyisiydi bence de. Zira insanların ellerine bir defa verilen fırsatlar vardır. Ve aşk dediğin hayatta bir defa insana sunulan bir lütuftur. Ne sen ne de ben bunun kıymetini bilemedik. Kabul etmek lazım bu dakikadan sonra biz harcadık bu aşkı. Sen ne gördün bilmiyorum ama ben yanan gemilerimdeydim en son. Biraz cesaretini görebilseydim ve tutabilseydin elimin ucundan, çoktan bambaşka bir geleceğe birlikte yürüyor olurduk. Elimi bıraktığın o an hala gözlerimde ve hala çok soğuk ellerim o günden beri. Önemsemiyorum ama.

Hayatın bir anlamı kalmadı diyorum ya samimiydim bunu söylerken. Bugün yeniden bakıyorum olup biten her şeye. Gördüğüm sadece şu, sen giderken yüreğimi gerçek anlamda söküp gitmişsin. Dönsen de faydası olmaz artık, bana kalırsa. Zira öyle alıştı ki bedenim ruh gibi yaşamaya. Bir ceset bu kadar soğuk olabilir ancak. Bu cesedi hayata döndürebilmenin bir yolu olduğunu sanmıyorum.

Senden sonra kim bilir kaç defa kesseniz kanım akmaz dedim hatırlamıyorum eşe dosta. Doğru biliyor musun? Ölen bir daha ölemez. Yaşıyorsun diye hatırlatmasalar, yaşadığımın farkında bile değilim. Seninle, olmadık bir zamanda başlayan bu hayat, gidişinle olmadık bir anda son buldu.

Şimdi uzaklardasın gönül hicranla doldu
Hiç ayrılamam derken kavuşmak hayal oldu

Hatırlar mısın bu şarkıyı? Gittiğinden beri ne kadar keder varsa hepsine gönüllü olduğumu bilir misin? Değişen bir şey olmadı ama hiçbir şey bıraktığın acıyı bastıracak kadar acıtmadı beni. Öyle sokak ortasında bırakılan çaresiz fukara bir mahlûk gibi, kalakaldım hayatımın istinat duvarının dibinde. Üstelik mevsim güzdü ve üstelik bilirsin yazın bile benim ellerim ayaklarım buz gibi olurdu. Sığındığım tüm mukaddesattan kaçmaya uğraştım uzun zaman. Madem zemheri vurmuştu, ölüm gelsin di artık. Üşümüştüm anlıyor musun ve yokluğunda beni ısıtacak yegâne yorgan olsa olsa toprak olurdu. Çektiğim acının bir tarifini yapamıyorum sana. Olsa olsa yaşarsan bilebileceksin bu acıyı.

Artık bu acının bir sonu olmalı diyorum kendime. Öyle bir paragrafla dağılmamalıyım. Bir cümle tesir etmemeli bana. Zaten her hatırıma gelişinde yağmurun adı ben oluyor. Ben senzedeyim sen gittiğinden beri. Değer miydi diyorum kendime. Değdi mi…

Bunun cevabı bende gizli kalacak yaşadığım müddetçe. Sen… bir gün…

Yine de sana, sevdiğim Rabbimin selamını gönderiyorum…

Ve öpüyorum sağ avucundan, sende kalbinin üzerine koy onu gücün yeterse…

ŞİKAYET SAYILMASIN




Kasvetli bu şehir neler oluyor

Ölüm an be an ciğerime sokuluyor

Gitmek için bunca isteğim varken

Tetik tutan ellerim neden titriyor



Yüzüm yangın yeri olmuş mübarek

Hangi rahmet serinletsin öperek

Can teslim edecek gönlüm varken

Ecel en yakınımdan geçiyor sekerek



Beni mi andın Rabbim gönlüm çınladı

Verdiğin nimete hiç küfranım olmadı

Şekva sayma keder omzuma binerken

Dayanıp hayata tutunmak kolay olmadı


17 Ekim 2007 Çarşamba

GÖNDERİLMEYEN MEKTUP


Son mektubunu bugün aldım… Sesini duymaktan başka bir işime yaramayacaktı, yaramadı da. Uzakların, hasretin acısı vurmuş gönlüne besbelli. Karlı dağlarının soğuğu inmiş şehre, karanlıklarında parlayan kurt bakışıyla kuşatmış seni. Sahibi olmadığın bir el memleketinde, hiç ezansız zamanların solmaya mahkûm güllerinin derdine düşmüşsün yeniden. Tuna’yı seyre dalmış gözlerin. Akıp gitmiş geride kalan zamanlar. Akıp gitmiş içinde yumuşak ve sıcak vatan toprağı.

Bir macera merakıdır bu, gençlik zamanlarında yapılabilecek kadar cesaret isteyen. Sürgün değilken, sürülmemiş toprak halini derleyip toplayıp, bir gece vakti kaçmışsın düşüncelerine. Geride kalmış sevdim dediklerin. Sevdim dediklerinden bir tek ana-baban yolunu gözler olmuş. Geriye kalan, bir avuç kum.

Aldatırken aldanmışsın belki de, bir aynanın sırrında. Seni sen zannederken, sen unutulmuş bir köhne konağın taş avlusunda saklı kalmışsın. Gidişinle gömmüşler seni bir köşesine, üzerine bir gülfidanı dikmişler. Ağaç olmuş kanayan yaralarınla. Güneşsiz bu yerde kan rengi açmayı sürdürmüş.

Yolcu demişsin kendine giderken. İsmin Abbas kalmış buralarda. Bağlamamışlar durmayacağını bildiklerinden. Çıkmışsın yoluna, varmışsın yar edebilmenin derdiyle bir el yurduna. Önce sen yar olacaksın, a benim canım efendim. Önce yar olmak lazım, sonra yaren bulacaktır yolunu, yordamıyla nasılsa.

“Yollar uzak” derdin ya… “Dönmek zor, ölüm var…” derdin ya. Ben bilmem ötesini berisini. Elbet bekliyorlardır anan baban, gözlüyorlardır yollarını, hayırlı haberlerini ille de. Ama buralarda kış çabuk bastırıyor bilirsin. Ankara yine soğudu, elim ayağım buz kesiyor daha ekim zamanlarında. Beklemiyorum artık yol bitsin diye, yolcuyu göresim bile yok. “Varsın bacası düz tütsün” dediklerimden oldu, neylim.

Bile bile açtığın yaralarımın derdindeyim ben, ölüm vız gelip tırıs gidiyor bu aralar. An meselesi, zaman meselesi. Kan kokuyor önümdeki kalan zamanlarım. İçimden akıp duran kanın kokusu doluyor ruhuma. Pıhtılaşmıyor, kabuk bağlamıyor her defasında yaramaz bir çocuk gibi tırnaklarımı geçirip kanatıyorum.

Cemil Meriç… Hala okuyorum ve hala seviyorum ustayı. O zamanda söylemiştim sana. Gelen mektuplar kesilse de yazmaya devam etmiş usta diye. Evet, gelen mektuplar kesileli çok oldu, ustama saygımdan sanma bu mektuplarımı. Ben ustayı, bana bu kadar çok benzemesinden dolayı böylesine çok sevdim.

Satırlarının sonlarında ucu yanık mektuplardan bahsetmişsin, mahcubiyet demişsin… Muhatabını tanımıyorum ben. Hiç tanışmamışım meğer. Hiç bilmemişim kim olduğunu. Ya da mektubun ucu sandığın, aslında muhatabının ta kendisiydi belki de. Yanlışlıkla uzun siyah saçlarından tutuşturmuşsun demek ki.

Baki selamlarımla…

Not:


Dua istemişsin son satırlarında, işin gücün rast gitsin. Gönlünde acın, baki yârin, yarenin olsun.
Ben sevdim bu duayı Allah’ım da kabul etsin…

15 Ekim 2007 Pazartesi

Gün Ah


Gece kan sızı
Çeperlerinden yırttı
Gün ahla ıslattığı
Saçları ateşte
Kordu
Sevi yordu

İnmeli kadın
Git sek topal ay ak
Adın kader
Kadehte ağu bal
El tutmaz
Yaban kal anlar

13 Ekim 2007 Cumartesi

Kundak/Kefen



Bekle dedim kırma kabuğunu
Çıktığında karşına çıkan dünya
Biraz hüzün biraz sevinç olacak
Yalancılığına aldırmayacaksın


Çokca yalnızlık telaşesi ağlatan
Sen çıplak gelip çıplak ayrılacaksın



Üşüdüğünü biliyorum, yorulduğunu
Sen yine de belli etme, kime ne
Hayat kucaklamayacak çok zaman
Belki ölü toprağında ısınacaksın



Sürünerek başlayacağın hayattan
Secdene kapaklanıp ayrılacaksın…

10 Ekim 2007 Çarşamba

GÜL VAKTİNE


Dağ başlarında çakmak bakışlarla kartal
deniz diplerine göz süzen martı kanatlar
bakmadan el-aman dileyenin gözyaşına
kınından sıyrılır bakışlarınızla asi aşklar

hani düşünmeden edemedim gecenin körü
deli miydiniz delilik yeni elbiseniz miydi
siz buraların saltanat kayığında sultan
ellerinizde küçücük aşklara atılan ağlar

çakılı kalan yıldızlar değildi yanıldınız
özledikçe gökyüzüne bıraktıklarım onlar
göz kırpışlarımdı yanıp sönüşleri bir bir
arada başka aşklarınızla yaldızlı kayışlar

kalbimle helalleştim yeniden yokluğunuzda
terk edemezsiniz siz hiç olmadınız ki burada
kapı aralığı görüşlerde tutuştuğum yangın
avuçlarımda toplayamadığım serseri aşklar

insan kılığım vardı yanınızda durduğumda
ne gördünüz hiç bilmedim hiç söylemediniz
vurkaç sevdalarınız vardı güneşin aya yanışı
hilal zamanı katlimin maktulü kısık bakışlar


gül vaktinde zamansız kara yazgıydı adınız
yıkılsın tüm kumdan kaleler silinsin emek
yenisi olmasın düzen tutmasın artık mutluluk
erken zamanların aşklarında kurusun yaşlar...

9 Ekim 2007 Salı

KAFİYEMSİN SEN

Eski bir gramofon sesi gibi duyulsun sesin
Kaçırma sohbetinin büyülü tadını
Akşam sefalarının yanında balkon sefası
Her cümlenin sonunda seni seviyorum deyişin

Bütün şiirlerim sana sen bilmesen bile
Tüm kafiyelerimde gülümsemelerim
Zil çalıyor eteklerim bana gelişlerinde
Çengisi yıldız gibi ışıldayan gözlerim

Nokta koyamayacak kadar uzun oldu
Merhamet sokuldu kanatlarımızın altına
Ve bir dostane sevda koynumda uyudu
Şimdi tüm aşk artıkları tentelerin altında

Sen hiç kaçmadın yakan ateşlerden
Kendini esirgediğine şahid olmadım
Bardaktan boşalan o Rahmetinden
Sen varken karanlıktan hiç korkmadım

Tuzum şekerim ağız tadımdın sen
Karıştın damarımda akan kızıl kana
Bir seni bekledim uzak denen yerlerden
Sen hep yılgın vakitlerimde geldin bana

Kafiyem tuttu gelişinle bir eski vakitte
Bırakmadık bir an bile küssekte ellerimizi
Tutunduk yorgun dünyanın yelelerine
Ayrı gayrı yaşatamadık eski kalplerimizi


09/10/2007, ANKARA

OLMASAN NE OLUR

İçimde hiç hasret birikmiyor şimdilerde
Şimdiler pek umursamaz hükmünü sürüyor
Sanki hiç sevmemişim hiç terk edilmemişimde
Aynalar ben ağlasam bile yüzüme gülüyor

Bir şarkı büyüyor derinlerimde sensizliğe
Hatırlarken kara yağız yüzünün kıvrımlarını
İçim daralmıyor bir damla yokluğuna yinede
Ağlamıyor gözlerim anlatmıyor karanlığını

Kaç gün geçti son haberin geldiğinden beri
Uzaksın uzak sensin sesin nefesin yaban bana
Üzerim mi açılmış şafak uykularımda sevgili
Örtenim olmamış uzağında hastayım hala

Sustuğun her şarkının peşindeyim yalnızlıkta
Varsın bozlak varsın ağıt olsun işitmekteyim
Eğri olsa ne yazar kader kalemimin arkasında
Bir sen olmasa ne olur, sonumu beklemekteyim

09/10/2007, ANKARA

8 Ekim 2007 Pazartesi

MÜMTAZ BEY


Hiçbir ayrılık bana bu kadar komadı…

Rüzgar pervanelerini döndürüyor tepenin başında yel değirmenlerinin. Çocukluğumun rüzgar gülleri sanki. Ellerimden düştü rüzgar güzellerim alları al, morları mor. Bir okadar uzak şimdi balonlar. Horoz şekerim, dil üstünden kaydırmacalı dondurmalarım. Çimenlerin üzerinde koşup oynadığımız yerlerde yuvarlandığımız ve tutuştuğumuz güreşler. Güneşlerim…çocukluk ateşler ve üzerine içilen buz gibi fruko gazoz. Külahta “şemşamer” ay çekirdeklerimiz…

Ak saçlı amcalar, küçük parmaklarımla ellerinin üzerinde uzattığım derilerinde haminne teyzeler. Her biri yerlerini bırakıp gideli asırlar olmuş. Kalan asırları bırakmışlar kucağımıza. Hepi topu üç günlük paça tozu bir hayat.

Hanımelleri kokularımı istiyorum yürüdüğüm sokaklarda, minicik saksı karanfillerimi. Elimden büyük güllerimi, kokulu kokulu. Ve içtiğim gül şuruplarımı.

Hiçbir ayrılık bana bu kadar komadı…

Cancağızım…iki gözüm… kıtlığı da oldu yokluğu da… eyvallahımız vardı… biliyordu hayat. Teslim olmuştuk. Şikayetimiz yoktu, olmadı da hiç. Gani sevgi, tüp sıkıntı, yağ sıkıntı. Ne gam a benim canım efendim.

Kulağımıza takmadık küpeyi, aldığımız öğütler vardı hep uçlarında dizi dizi inci. Her biri bir musibetten bin kıymetli olup da, ille de musibetten korunamadığımız.

Pencereleri pervazlı cumbalı evlerimi istiyorum gerisin geriye. Menekşelerim saksılarda coşuversin yeniden. Penceremden deniz görünsün yeniden. Rüzgar denizden essin saçlarımın telleri arasına. Beyaz tülbentim savrulsun başımdan, geride bıraktıklarıma. Bir eski şarkı doluşsun uzaktan eksik gedik. Balkonumdan seyredeyim yalancı martıları, toplasınlar yine çöpçü güzelleri kıyıya köşeye atılmış ne kadar ne varsa. Çirkin seslerini duymazdan geleyim beyaz kanatlarında.

Yıldızı balkonumdan seyredeyim bir denizin göğsünde bir göğün bağrında. İnandırayım kendimi yeryüzüne yağdıklarına. Kırpık ay artıklarım olsunlar son zamanlarımda. Biri kaysın senin gibi. Beni terk edip ölüşün gibi. Bıraksın tutunmayı göğün yüzünden. Tutunmaktan vaz geçsin senin gibi. Bir başıma bıraksın şu yer küre ile gök yüzü arasında senin beni bıraktığın gibi. Tek damla gözyaşımdan bile vazgeçmeyeyim yinede. Terk edişini, kendini terk edişine sayayım.

Hiçbir ayrılık bu kadar komadı…

Dediğim ne varsa boş ver göz nurum. Yaştandır deyiver yinede sen.

Nimet hanım. Sözün vardı bana… birlikte yaşlanıp birlikte ölmeye sözümüz vardı hani seninle. Bekleyemedin mi Nimetim. Ya da ben mi çok ağırdan aldım seninle birlikte ölmeyi…

Nimet hanım, hala bırakıp gittiğin balkonumdayım. Arada sesin geliyor yokluğunda. Sarılıp öpüşlerin öyle uzaktaki şimdilerde. Çorbana sulu demeyeceğim, ekmeğine kuru demeyeceğim vallaha Nimet Hanım…

Nimetim, hiçbir ayrılık senin ölüp gidişin kadar komadı…

“Şimdi uzaklardasın, gönül hicranla doldu
Hiç ayrılamam derken kavuşmak hayal oldu…”

7 Ekim 2007 Pazar

SEVMELERİNE, GÜLMELERİNE AŞIK, KENDİNE ASİ BİR RÜZGARDIK.

ESİŞLERİMİZ HEP KENDİ YÜZÜMÜZÜ DARMADAĞIN ETTİ DURMADAN.

HÜKÜM SÜREN TÜM SEVGİLERE İNAD HİÇ HÜKMÜMÜZ GEÇMEDİ.

NOKTA SEVMEDİK, SEVEMEDİK VAZGEÇTİKLERİMİZ İDAMLARIMIZDI.

UZAK...


On dört puntodan daha küçüğünü okuyamıyorum artık. Kim bilir belki de mihraba rağmen kabullenmek lazım yolun yarısını geçtiğimi. Gözlerim… Vakitli vakitsiz kilitleniyor bu aralar. Bakışlarım... Bazen bir boş duvara, bazen sonbaharın düşürmediği dalda kalmaya inat eden bir kızılyaprağa, takılmışken yakalıyorum bakışlarımı. Gidişinde yaktığım kınam akmıyor artık saçlarımdan. Kokusu gelmiyor bu kadar yakınken. Tadı yok artık güzel bulduğun bendeki hiçbir şeyin. Bir karabatak daha can veriyor sularımda. Yavrusuz bir dünya bırakıp gidiyor bana, karanlık suların yakamoz bulaşığı resimlerinde.

Dönüp geleceğin bir zamanın bekçiliğini yaptırmaya kararlıydın ille de. Beklemek değil de umut denilenin kıtlığı acıtıyordu. Ya daha sen gelmeden tükenirse son kırıntıları ve ben umudun yokluğunda şafağın doğacağına olan inancımı yitiriverirsem… Bırakırsam yokluğunun o son saatlerinde kendimi ecele. Ya inanırsam ruhumu kabzetmeye gelene ve tam da gelecekken bize dair hayallerini kurduğumuz gelecekten ümidimi kesiverirsem.

Günün en geç saatlerini bırakıp gittin bana, hatırlıyor musun? Şimdi günün ilk saatlerini bekliyorum umudu kaybettiğim gecelerimin sonlarında.

Ne üzüntüler biriktirmiştim sensiz zamanlarda. Ne çok mutluluklar yaşamışken. Şimdi sor bana çekinme, en çetrefilli sorularını. Hasret nedir diyen bana gelsin artık. Odadan dışarı çıkmamaktır diye anlatayım soranların her birine. Katıksız bir sevda mahkûmiyeti olduğunu, zoraki görüşlerin verdiği ızdırabı ve mecburi havalandırma zamanlarında görülen tüm yüzlerin bir kıvrımında sana dair izler aradığımı. Gülün bile gülmekten vazgeçişini, saksıların dizi dizi yalnızlık büyüttüğünü… Kahvenin telvesi ile senden kalan sohbetlerin kıvamlarının aynı tadı verdiğini ve gözlerine hasretimden kahvenin tiryakisi oluşumu anlatayım soranlara.

Bir tek vuslata cevap veremiyorum bu aralar. Elimdeki hint kınasının kıvrımlarına işlettiğim acı mı? Bir meczubun yolunu şaşırmışlığıdır belki de vuslat diye beklediğim. Adresi bilinen yegâne ben olsam da bulunmazlığım mı bağlıyor şimdi yollarını.

Sevmeler hiç bu kadar ağır gelmemişti yüreğime. Hiç bu kadar yormamış ve hiçbir suskunluk bu kadar ağırıma gitmemişti bu güne kadar. Şimdi... Sana gel deme zamanı değil. Gece an be an bastırıyor ağırlığıyla odama. Göz kapaklarım kapanmamaya direncini çoktan yitirmiş. Hayat tuz basacak birazdan yaralarıma. Kapattığımda göz kapaklarımı, aklım oyunlarını oynamaya başlayacak ve seni getirecek yeniden rüyalarıma. Günümde olmamanın aksine bir düş zamanı getirip bırakacaklar seni karşıma yeniden. Kara gözlerini kaçıracaksın yine gözlerimden bir başka geminin gelişi alıp götürecek seni benden bin bir geceye yenik düşüşlerimde. Bir düş zamanı işkencesi daha girecek rüyalarıma.

Ellerim üşüyor yine. Kalem elimden düştü düşecek. Aklım yitti yitecek.

Ciğerlerimi üşütmüşüm demiştim sen giderken ve öksürüğüme bahane olsun diyerek sana. Değilmiş… Tam da düşündüğüm gibi. Hiç kesilmedi gidişinden beridir öksürmelerim. Artarak devam etti hatta. Şimdi bu inatçı öksürüğe rağmen fırsat bulup düşünebildiklerim bunlar ve sana anlatabildiklerim. Belki birkaç mektupluk zaman tanır hayat bana diye bir ümidim var şimdilerde. Değilse senden ümidim hiç olmamıştı. Kesikti ümidim daha geldiğin o ilk zamanlardan beri.

Sen… Bana aslında hiç gelmeyen… Sen bir yalancı sulu sepken, hercai yaz bahar sevinci.

Sen… Gülen güneşin kötü taklitçisi.

Sen… Kendi hayatına tutunamayan, tutunamadığı hayatını görmezden gelip, benim tutunmamı da hoş görmeyen kibir yumağım…

Upuzun yolları saran sarmalın dişlileri arasında istenilen şekle şemaile bürünmüşsündür belki de çoktan. Oysa asi hallerini severdim ben. Senin, “sen” olduğun zamanlarını. “Olmaz” derdin bana “uyumsuzluk para etmez” derdin. Haklıydın belki de. Para etmezdi diğerleri gibi olamamak. Para edecek tek şey üniforma gibi birbirinin aynı olmuş insanlardı. Sabah sekiz akşam altı mesailerine rıza edecek ruhlardan olmak gerekirdi. Onlara benzemeliydin. Benzedin eski asim. Bir tek banaydı isyanın belki de. Tek ihtilalin gönlümde yaptığındı belli ki.

Oysa bir kulübe yetecekti. Kendi bahçesinde yetişen üç beş domates fidesi kadar kolay ve erişilebilirdi mutluluk. Lezzeti hakiki, kokusu sahici. Kırmızı olmasın varsındı, yeşilinden pirinçli aşını yapsak kötümü olurdu. Sen olsaydın yeter ki, sevdiğim “sen” halinle. Toprağa yakın olsaydı senli bir hayat. Geldiğimiz yeri bilseydik bir arada yaşarken. Hiçbir bedele takas edilmeyecek kadar kıymetle sürseydi senli hayat.

“Para etmiyor, ben bu olamam”… Sen olmamanın kaç para ettiğini söyle bana şimdi. Senden başka her şeysin belki şimdi. Üzerinde senden olmayan üvey gülümsemeler, sahte sözler. Yakışmamıştır ama bir yolunu bulmuşsundur sen bu uyumsuz hallerini barıştırmanın.

Vakit gel demek için çok geç, gecemin tam da bu saatlerinde. Bir şafak bekliyorum, beni ben halimle gelip sarmalasın diyerek. Öpe öz gönlünde saklasın son defa beni, gelecek olan şafak. Ve artık sen sakın gelme.

Benden uzak, Allaha yakın ol gittiğin o yerlerde.



08/10/2007, ANKARA

6 Ekim 2007 Cumartesi

İSTİNYE VAPURU

Duyarım hep birilerinden
İstinye’den kalkarmış bir vapur
Ne İstinye’nin neresi olduğunu
Ne de kalkan vapurun nereye gideceğini
Hiç bilmem…

Bilmediğim hiçbir vapura da binmem
Oldum olası inadım inattır zaten
Kimi sevsen, ölüm yetişir ya hani
acele tarafından
Hani acıta acıta alır ya içindeki sevgiye rağmen
Şansa bak ki hangi yangını avucumda tutsam
Üşümüş ellerim de sönüverir çoğu zaman

İstinye neresi salacak nasıl bir yer
İstanbul…
Kaç defa düştüm ocağına kim bilir
Her seferinde yolcu ettin kucağından
Hiç fırsat vermedin ki ben de seveyim seni
Kalmasın benim de görmediğim hiçbir yer

Hep anlattılar
Ya da okudum birilerinden
Tatmadım hiç seni dokunmadım toprağına
Denizinde hiç boğulmadım mesela
Yahut tramvayında hiç oturmadım

Bizim İstanbul’umuz dediler
İsmimi o “biz”in arasında okudular
Biz denilenin içinde bir kenarda
Anlattıkları ne varsa öylece
Sana dair bir hayali uzaktan uzağa
Kurdum sessiz ve gizlice

İstinye’den bir vapur kalkar diyorlar ya hani
Ve inadım inat ya benim de
Ne desen nafile…
O vapura tek başıma binmem
Şimdi, ya tutarsın elimden
Yahut o İstinye vapuru
Bensiz gider gelir denizinden…

İyi ki de bilmemişim seni
Değilse nasıl boğulurdum hasret dolu
Sana dair dökülen mısralarımdan…
İstinye’den vapur kalkarmış…
Ne gam…
Bensiz gidip gelsin madem iskelesinden

Birazdan uykuya dalacağım
Bir İstinye vapuru girecek düşüme
Elimdeki tek jetonu atacağım kumbaraya
Denizi seyreden bir yer arayıp bulacağım
Sonra yanıma bir “sen” gelecek elinde gazetesiyle
Zaten, denizde martılarda silinecek
gelişinle birlikte gözlerimden

İstinye vapuru sakın durma bu defa
Ve hiçbir iskeleye uğrama
Unut beni içinde bir kerecik olsun
Düşlerimde seyrine koyulduğum
Yalan da olsa bir seyr-ü seferde
Ne olursa olsun sabah olduğunda ve
Uyandığımda hayra yoracağım


16.08.2007, Ankara

SEBAHAT




Ne kadınsın sen Sebahat
Kiraz bahçelerinin çekirdeksiz üzümü
Gün gece olur her kaş çatışında
Gecelere günsün güldür yüzümü
İzmir mi sende güzel
Güzelliğinde mi İzmir vatan
Söyle Sebahat
Hangi imbat seni kıskanmasın
Söyle…
Egenin hangi çapkın dalgasındasın


Ne kadınsın sen Sebahat
Ellerinde rüsva olan kaçının ahı
Ruhunu teslim edip heba etti aklını
Kim bildi aslını aşüfte pazarı kılığın
Masum bir kız içinde sakladığın
Hangi yalıçapkını sevindirdi ruhunu
Hangi hadsiz sana bıraktı kışın soğuğunu

Ergen bir günde bizim Sebahat
En sevdiğim şarkısını sahilime iliştirdi

Sebahat…
Geçen yılın bugünü bu sahili terk edişindi…





NE BUYURDUNUZ?


Soysuz bir üçkağıtçı madrabaz mıyım ben

yalan mı söylediklerim yalancı mıyım yoksa

ben hiç şiir yazmadım ki, deli miyim

kalemi tut diyenin hizmetçisiyim



etrafıma bakınırken doluşuyor mısralar

kafamın içine gönderiyor gönlüm

kan fışkırıyor gözlerimden

yaz diyor yaz yaz yaz

iyi de daha geçen yaz hercainin tekiydim



ne istiyorsun şah damarımda ellerin

ağlamayacağım inadımdan göreceksin

ve yitirmeyeceğim aklımı senin yüzünden



bittikçe yenilenen şarjör gibi

sürüyorlar mermiyi beynime

ben istemedim ki yazayım diye

kendiliğinden olup bitti ne varsa

bir sabah erken kalkan ihtilal subayı gibi

elimde buldum kurşun kalemi



üstelik kekeme bir çocuktum

bana kaldıysa mısra kovalamanın şanı

arada tepe taklak bir isyan

kusurdan sayılmamalı


24.08.2007, ANKARA
HAYAT...
PÜR DİKKAT OKUNULMASI GEREKEN EN KÜÇÜK PUNTOLU EN KALIN KİTAP...

YUSUF'UM


Simsiyah saçları geceyi bile kıskandıran
Yanık teninde yangını belli Yûsuf’um

Kömür karası gözlerinle gecelerimde
Karanlığımı aydınlatan güzel Yûsuf’um

Çarem sendin ilacım nefesim ve ecelim
Sebeb-i hayat sendendi Ken’an’da Yûsuf’um

Çok şey istemedim gönlünden bir o bir sen
Ne kılığın ne güzelliğin di sevgim Yûsuf’um

Kelam sende latif, aşk sende gizlediğim
Titreyen bir hâl dudaklarındaki Yûsuf’um

Ne hayalim vardı senden evvel ne ümidim
Ezeli ebedi bekliyordum belki de Yûsuf’um

Ne sultanlık ne gurur ne onur hepsi yitiğim
Zindana atılacak kadar güzelsin Yûsuf’um

Kal dehlizlerde göremesin cümle nîsa yüzünü
Sen güne ben sana ve hayata hasret Yûsuf’um

06.08.2007, ankara

HIZIR


karışık çizgilerle dolmuş alnımızın yazgısı
en sevdiğimin derin sabit mürekkeb imzası
çukur dereler geçer alnımın şakından nedense
taze gelin gamzesi gibi utanır yüzümde ki acısı…


gülerken belli belirsiz maziye bakar gözlerim
resimlerden gördüğüm halime imrenirim
gülümsemek için bir gayret var dudaklarımda
ağlamak için binbir sebep sunar sevdiklerim


bu gün… yine ve yepyeni bir yaş alıp incidim
eski dostlar yoklar şimdi ağrıyan başım yetim
keder bastırdı aniden güneş yanığı omuzlarıma
acımı nasıl duyuyorsun uzaklardan kalp ikizim


Hızır desem hazır değil mertebeyi çiledesin
Dünya denilen ayağına bağ, tutkun merkebin
Suların kaynıyor yatağın belli belirsiz
Çakıl taşların bile gönül kaynağından habersiz


30.09.2007, Ankara

MADEM Kİ...


Madem gün batımıydın benim için
ve solmak sana değil bana yazgıydı
hayatın susuz kalan her çöl gecesinde
parmak ucumdan iliklerime
bir akrep zehri karışmalıydı


Mademki gün batımının zifirine batırdın
divit yerine kader kalemimin ucunu
kestiysen olup biten bütün hesabı
dürmüşsen hepi topu üç beş sayfayı
solmuşsa ellerinle yaktığın saçımın kınası
ala boyanmalı…
ala boyanmalı yazgım dediğim al yazmam


Zehrin sancıları sarmalı kızıllıklar eridiğinde
kararınca gökler gözlerimi yummalısın ellerinle
susmalı hayat bu taraflarda taraf olmadan
içinde biriken tüm kinle kurtul benden
saklamadan
kana bula ellerini gönlümde


Madem ki pire kıymetli yorganın yanında
yanmalı gece…
yanmalı ve yakmalı yanacak ne varsa
Hayat… yanmalı penceremde bir gurup vaktinde
tutuşmak ne demekmiş bilmeli yangın görmemiş taze
ellerim sensiz o ilk gecenin kimsesizliğinde
iki yanıma düşmeli…

HAYAT...SADECE BİR BAKIŞ AÇISI MESELESİ...HAYAT... PUNTOSU KÜÇÜK CİLDİ PEK KALIN TEK KİTABIMDI...


Bana dair olup biten, içimde biriken ne kadar şiir ve düzyazı varsa hepsi buraya aksın bundan sonra.

Neden?
Niçin?
Nerede?
Ne zaman?
Kim?

Soruların bittiği bir haneyim. Soru sorulmaz, anlatılmak istenen herşey itina ile dinlenir...

Aslımı, işin aslını aradığım her satırda bir adım daha yaklaşacağım vuslata...

Herşeyi ve herkesi çok sevdim.
Kabul :)
Birilerini biraz daha çok sevdim. :)
Hakettiklerinden eminim. Sevmeyi bilenlerdenseniz, şunu da bilmelisiniz ki son nefesime kadar helal ettim sevgimi...
Gönüllerinizde kızgınlık, kırgınlık ve küskünlükler büyütmeyin. Herkes ve herşey bir tarafa kendi gönüllerinizi yorar ve öldürürsünüz sadece...
Ne sevgime ne de sevdiklerime... Bir damla eksik veya esirgenmiş bir özeni göstermiş değilim...
Borcum yok, alacağım çoktur... :)