Son mektubunu bugün aldım… Sesini duymaktan başka bir işime yaramayacaktı, yaramadı da. Uzakların, hasretin acısı vurmuş gönlüne besbelli. Karlı dağlarının soğuğu inmiş şehre, karanlıklarında parlayan kurt bakışıyla kuşatmış seni. Sahibi olmadığın bir el memleketinde, hiç ezansız zamanların solmaya mahkûm güllerinin derdine düşmüşsün yeniden. Tuna’yı seyre dalmış gözlerin. Akıp gitmiş geride kalan zamanlar. Akıp gitmiş içinde yumuşak ve sıcak vatan toprağı.
Bir macera merakıdır bu, gençlik zamanlarında yapılabilecek kadar cesaret isteyen. Sürgün değilken, sürülmemiş toprak halini derleyip toplayıp, bir gece vakti kaçmışsın düşüncelerine. Geride kalmış sevdim dediklerin. Sevdim dediklerinden bir tek ana-baban yolunu gözler olmuş. Geriye kalan, bir avuç kum.
Aldatırken aldanmışsın belki de, bir aynanın sırrında. Seni sen zannederken, sen unutulmuş bir köhne konağın taş avlusunda saklı kalmışsın. Gidişinle gömmüşler seni bir köşesine, üzerine bir gülfidanı dikmişler. Ağaç olmuş kanayan yaralarınla. Güneşsiz bu yerde kan rengi açmayı sürdürmüş.
Yolcu demişsin kendine giderken. İsmin Abbas kalmış buralarda. Bağlamamışlar durmayacağını bildiklerinden. Çıkmışsın yoluna, varmışsın yar edebilmenin derdiyle bir el yurduna. Önce sen yar olacaksın, a benim canım efendim. Önce yar olmak lazım, sonra yaren bulacaktır yolunu, yordamıyla nasılsa.
“Yollar uzak” derdin ya… “Dönmek zor, ölüm var…” derdin ya. Ben bilmem ötesini berisini. Elbet bekliyorlardır anan baban, gözlüyorlardır yollarını, hayırlı haberlerini ille de. Ama buralarda kış çabuk bastırıyor bilirsin. Ankara yine soğudu, elim ayağım buz kesiyor daha ekim zamanlarında. Beklemiyorum artık yol bitsin diye, yolcuyu göresim bile yok. “Varsın bacası düz tütsün” dediklerimden oldu, neylim.
Bile bile açtığın yaralarımın derdindeyim ben, ölüm vız gelip tırıs gidiyor bu aralar. An meselesi, zaman meselesi. Kan kokuyor önümdeki kalan zamanlarım. İçimden akıp duran kanın kokusu doluyor ruhuma. Pıhtılaşmıyor, kabuk bağlamıyor her defasında yaramaz bir çocuk gibi tırnaklarımı geçirip kanatıyorum.
Cemil Meriç… Hala okuyorum ve hala seviyorum ustayı. O zamanda söylemiştim sana. Gelen mektuplar kesilse de yazmaya devam etmiş usta diye. Evet, gelen mektuplar kesileli çok oldu, ustama saygımdan sanma bu mektuplarımı. Ben ustayı, bana bu kadar çok benzemesinden dolayı böylesine çok sevdim.
Satırlarının sonlarında ucu yanık mektuplardan bahsetmişsin, mahcubiyet demişsin… Muhatabını tanımıyorum ben. Hiç tanışmamışım meğer. Hiç bilmemişim kim olduğunu. Ya da mektubun ucu sandığın, aslında muhatabının ta kendisiydi belki de. Yanlışlıkla uzun siyah saçlarından tutuşturmuşsun demek ki.
Baki selamlarımla…
Not:
Bir macera merakıdır bu, gençlik zamanlarında yapılabilecek kadar cesaret isteyen. Sürgün değilken, sürülmemiş toprak halini derleyip toplayıp, bir gece vakti kaçmışsın düşüncelerine. Geride kalmış sevdim dediklerin. Sevdim dediklerinden bir tek ana-baban yolunu gözler olmuş. Geriye kalan, bir avuç kum.
Aldatırken aldanmışsın belki de, bir aynanın sırrında. Seni sen zannederken, sen unutulmuş bir köhne konağın taş avlusunda saklı kalmışsın. Gidişinle gömmüşler seni bir köşesine, üzerine bir gülfidanı dikmişler. Ağaç olmuş kanayan yaralarınla. Güneşsiz bu yerde kan rengi açmayı sürdürmüş.
Yolcu demişsin kendine giderken. İsmin Abbas kalmış buralarda. Bağlamamışlar durmayacağını bildiklerinden. Çıkmışsın yoluna, varmışsın yar edebilmenin derdiyle bir el yurduna. Önce sen yar olacaksın, a benim canım efendim. Önce yar olmak lazım, sonra yaren bulacaktır yolunu, yordamıyla nasılsa.
“Yollar uzak” derdin ya… “Dönmek zor, ölüm var…” derdin ya. Ben bilmem ötesini berisini. Elbet bekliyorlardır anan baban, gözlüyorlardır yollarını, hayırlı haberlerini ille de. Ama buralarda kış çabuk bastırıyor bilirsin. Ankara yine soğudu, elim ayağım buz kesiyor daha ekim zamanlarında. Beklemiyorum artık yol bitsin diye, yolcuyu göresim bile yok. “Varsın bacası düz tütsün” dediklerimden oldu, neylim.
Bile bile açtığın yaralarımın derdindeyim ben, ölüm vız gelip tırıs gidiyor bu aralar. An meselesi, zaman meselesi. Kan kokuyor önümdeki kalan zamanlarım. İçimden akıp duran kanın kokusu doluyor ruhuma. Pıhtılaşmıyor, kabuk bağlamıyor her defasında yaramaz bir çocuk gibi tırnaklarımı geçirip kanatıyorum.
Cemil Meriç… Hala okuyorum ve hala seviyorum ustayı. O zamanda söylemiştim sana. Gelen mektuplar kesilse de yazmaya devam etmiş usta diye. Evet, gelen mektuplar kesileli çok oldu, ustama saygımdan sanma bu mektuplarımı. Ben ustayı, bana bu kadar çok benzemesinden dolayı böylesine çok sevdim.
Satırlarının sonlarında ucu yanık mektuplardan bahsetmişsin, mahcubiyet demişsin… Muhatabını tanımıyorum ben. Hiç tanışmamışım meğer. Hiç bilmemişim kim olduğunu. Ya da mektubun ucu sandığın, aslında muhatabının ta kendisiydi belki de. Yanlışlıkla uzun siyah saçlarından tutuşturmuşsun demek ki.
Baki selamlarımla…
Not:
Dua istemişsin son satırlarında, işin gücün rast gitsin. Gönlünde acın, baki yârin, yarenin olsun.
Ben sevdim bu duayı Allah’ım da kabul etsin…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder