Hiçbir ayrılık bana bu kadar komadı…
Rüzgar pervanelerini döndürüyor tepenin başında yel değirmenlerinin. Çocukluğumun rüzgar gülleri sanki. Ellerimden düştü rüzgar güzellerim alları al, morları mor. Bir okadar uzak şimdi balonlar. Horoz şekerim, dil üstünden kaydırmacalı dondurmalarım. Çimenlerin üzerinde koşup oynadığımız yerlerde yuvarlandığımız ve tutuştuğumuz güreşler. Güneşlerim…çocukluk ateşler ve üzerine içilen buz gibi fruko gazoz. Külahta “şemşamer” ay çekirdeklerimiz…
Ak saçlı amcalar, küçük parmaklarımla ellerinin üzerinde uzattığım derilerinde haminne teyzeler. Her biri yerlerini bırakıp gideli asırlar olmuş. Kalan asırları bırakmışlar kucağımıza. Hepi topu üç günlük paça tozu bir hayat.
Hanımelleri kokularımı istiyorum yürüdüğüm sokaklarda, minicik saksı karanfillerimi. Elimden büyük güllerimi, kokulu kokulu. Ve içtiğim gül şuruplarımı.
Hiçbir ayrılık bana bu kadar komadı…
Cancağızım…iki gözüm… kıtlığı da oldu yokluğu da… eyvallahımız vardı… biliyordu hayat. Teslim olmuştuk. Şikayetimiz yoktu, olmadı da hiç. Gani sevgi, tüp sıkıntı, yağ sıkıntı. Ne gam a benim canım efendim.
Kulağımıza takmadık küpeyi, aldığımız öğütler vardı hep uçlarında dizi dizi inci. Her biri bir musibetten bin kıymetli olup da, ille de musibetten korunamadığımız.
Pencereleri pervazlı cumbalı evlerimi istiyorum gerisin geriye. Menekşelerim saksılarda coşuversin yeniden. Penceremden deniz görünsün yeniden. Rüzgar denizden essin saçlarımın telleri arasına. Beyaz tülbentim savrulsun başımdan, geride bıraktıklarıma. Bir eski şarkı doluşsun uzaktan eksik gedik. Balkonumdan seyredeyim yalancı martıları, toplasınlar yine çöpçü güzelleri kıyıya köşeye atılmış ne kadar ne varsa. Çirkin seslerini duymazdan geleyim beyaz kanatlarında.
Yıldızı balkonumdan seyredeyim bir denizin göğsünde bir göğün bağrında. İnandırayım kendimi yeryüzüne yağdıklarına. Kırpık ay artıklarım olsunlar son zamanlarımda. Biri kaysın senin gibi. Beni terk edip ölüşün gibi. Bıraksın tutunmayı göğün yüzünden. Tutunmaktan vaz geçsin senin gibi. Bir başıma bıraksın şu yer küre ile gök yüzü arasında senin beni bıraktığın gibi. Tek damla gözyaşımdan bile vazgeçmeyeyim yinede. Terk edişini, kendini terk edişine sayayım.
Hiçbir ayrılık bu kadar komadı…
Dediğim ne varsa boş ver göz nurum. Yaştandır deyiver yinede sen.
Nimet hanım. Sözün vardı bana… birlikte yaşlanıp birlikte ölmeye sözümüz vardı hani seninle. Bekleyemedin mi Nimetim. Ya da ben mi çok ağırdan aldım seninle birlikte ölmeyi…
Nimet hanım, hala bırakıp gittiğin balkonumdayım. Arada sesin geliyor yokluğunda. Sarılıp öpüşlerin öyle uzaktaki şimdilerde. Çorbana sulu demeyeceğim, ekmeğine kuru demeyeceğim vallaha Nimet Hanım…
Nimetim, hiçbir ayrılık senin ölüp gidişin kadar komadı…
“Şimdi uzaklardasın, gönül hicranla doldu
Hiç ayrılamam derken kavuşmak hayal oldu…”
Rüzgar pervanelerini döndürüyor tepenin başında yel değirmenlerinin. Çocukluğumun rüzgar gülleri sanki. Ellerimden düştü rüzgar güzellerim alları al, morları mor. Bir okadar uzak şimdi balonlar. Horoz şekerim, dil üstünden kaydırmacalı dondurmalarım. Çimenlerin üzerinde koşup oynadığımız yerlerde yuvarlandığımız ve tutuştuğumuz güreşler. Güneşlerim…çocukluk ateşler ve üzerine içilen buz gibi fruko gazoz. Külahta “şemşamer” ay çekirdeklerimiz…
Ak saçlı amcalar, küçük parmaklarımla ellerinin üzerinde uzattığım derilerinde haminne teyzeler. Her biri yerlerini bırakıp gideli asırlar olmuş. Kalan asırları bırakmışlar kucağımıza. Hepi topu üç günlük paça tozu bir hayat.
Hanımelleri kokularımı istiyorum yürüdüğüm sokaklarda, minicik saksı karanfillerimi. Elimden büyük güllerimi, kokulu kokulu. Ve içtiğim gül şuruplarımı.
Hiçbir ayrılık bana bu kadar komadı…
Cancağızım…iki gözüm… kıtlığı da oldu yokluğu da… eyvallahımız vardı… biliyordu hayat. Teslim olmuştuk. Şikayetimiz yoktu, olmadı da hiç. Gani sevgi, tüp sıkıntı, yağ sıkıntı. Ne gam a benim canım efendim.
Kulağımıza takmadık küpeyi, aldığımız öğütler vardı hep uçlarında dizi dizi inci. Her biri bir musibetten bin kıymetli olup da, ille de musibetten korunamadığımız.
Pencereleri pervazlı cumbalı evlerimi istiyorum gerisin geriye. Menekşelerim saksılarda coşuversin yeniden. Penceremden deniz görünsün yeniden. Rüzgar denizden essin saçlarımın telleri arasına. Beyaz tülbentim savrulsun başımdan, geride bıraktıklarıma. Bir eski şarkı doluşsun uzaktan eksik gedik. Balkonumdan seyredeyim yalancı martıları, toplasınlar yine çöpçü güzelleri kıyıya köşeye atılmış ne kadar ne varsa. Çirkin seslerini duymazdan geleyim beyaz kanatlarında.
Yıldızı balkonumdan seyredeyim bir denizin göğsünde bir göğün bağrında. İnandırayım kendimi yeryüzüne yağdıklarına. Kırpık ay artıklarım olsunlar son zamanlarımda. Biri kaysın senin gibi. Beni terk edip ölüşün gibi. Bıraksın tutunmayı göğün yüzünden. Tutunmaktan vaz geçsin senin gibi. Bir başıma bıraksın şu yer küre ile gök yüzü arasında senin beni bıraktığın gibi. Tek damla gözyaşımdan bile vazgeçmeyeyim yinede. Terk edişini, kendini terk edişine sayayım.
Hiçbir ayrılık bu kadar komadı…
Dediğim ne varsa boş ver göz nurum. Yaştandır deyiver yinede sen.
Nimet hanım. Sözün vardı bana… birlikte yaşlanıp birlikte ölmeye sözümüz vardı hani seninle. Bekleyemedin mi Nimetim. Ya da ben mi çok ağırdan aldım seninle birlikte ölmeyi…
Nimet hanım, hala bırakıp gittiğin balkonumdayım. Arada sesin geliyor yokluğunda. Sarılıp öpüşlerin öyle uzaktaki şimdilerde. Çorbana sulu demeyeceğim, ekmeğine kuru demeyeceğim vallaha Nimet Hanım…
Nimetim, hiçbir ayrılık senin ölüp gidişin kadar komadı…
“Şimdi uzaklardasın, gönül hicranla doldu
Hiç ayrılamam derken kavuşmak hayal oldu…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder