29 Şubat 2008 Cuma

GİRLEVİK ŞELALESİ

Bir türkü geliyor uzağımdan
acısını azık etmiş yanıyor sesi
çayıma düşüyor sıcağı
bir uçurum buluyor içimde
dökülüyor çağlayan girlevik şelâlesi

çözüyor boynunun bağını
ellerime doluyor ömrü
yusuf’un kuytusunda
bir uyku akıyor avucuma
derin bir yarada can çıkıyor
iki yüzü keskin bıçak
soluyor boynunun yanan buğusu
donarken kara kışta girlevik şelalesi…

28 Şubat 2008 Perşembe

ÇAM ORMANI

Kuruyan her denizin
dibine gömdükleri düşlerindeki
sevdalara koşan adamların
kadınları...
kurumuşken dolmaz
gözünden düşen velinimetin
gözyaşınla...
kurumuşken
dalga büyütmez ve vurmaz
siyah saçlarından...


sus diyordu saçı karışık şair
aklımı toplamam lazım
bugün hesabımı
tutturma zamanım

susamadı uzak bir orman
ille yıldırımları çekti üzerine
“vurun beni vurun”
kesseniz dallarımı
canım çıkmaz sesim kadar
toprağım kan tutar
bu bahar
hangi hükmü kesseniz
bereketlenir keseniz
batar yüreğime çam kırıklarım…

AŞKIN AŞIĞI

Kına kızılı saçlarının arasına
Sığınmış yel okşanan
Uçuşan çapkın eteklerinde
Bir gençlik bir gençlik
Dudakları kiraz kırmızı
Ah özlediğim halle yaşasam

Bir gülse dallarımda
Açılsa seherden
Atılsa şafak kırmızısına
Düşse gönlümün telinde
Pamuk tarlasına gelincik olsa
Sarınsam ince beline
Ah özlediği bahar da kansam

Ter-ü taze bir yar olsan
Aldırsan aklımı başımdan
Kandırsam günün eşini
Gecenin karasından
Gözlerine sürme vursam

Ah gamzene düşen o gençlik
Ve avuçlarından içilen aşk
Ayağına düşen gururum
Dizlerimin titremesi
Yaz sabahının kuş sesi
Papatyası leylağı çimeni
Her birinde yoluna canımı koysam...

27 Şubat 2008 Çarşamba

ANLASAM

Bir çam ormanının orta yeri
Okusam bir ezan
İnanır mı dallar vakte
Döner mi sabahın serin seherine
Toplasam kendini yaprak sanan
Tüm iğnelerini ve bir etsem ikisini
Kandırsam çuvaldız dilimi
Batsam tenime
Ağlasam
Ormanın orta yerinde
Yalnız başıma kalınca anlasam
Tanrısız bir dünyada
Ot kadar kıymetimin olmadığını…

69'DAN ÇOCUK

69 da doğan
96’yla liseye kaydı yapılan
Kısa boyuyla orantılı
Kısacık hayallerini
Eteklerinde zil diye çalmaktan aciz
Kara dut bulaşığı dudaklı
Yavru kedi meraklısı kız çocuğu

69’a kısmetmiş doğumun
62 olsa tavşan bile olurdun
Ne olabilirsin ki tarih bile zamansız
Büyüyüp adam bile olamazsın sen şimdi
Değil mi ki kızsın eksik etekli
Ve değil mi ki saçın uzun beline kadar
Aklın kısalmıştır o zaman bir o kadar

96’yla kaydını yapan hangi komik hocan
Ne olacağını nereden bilecek o zaman
Olamayacağın her şeye inat
Bulabilecek misin yapabilecek bir şey
Her işten anlaman ne kötü
Bir işten anlasan tamam
Ama böyle de olmaz ki

Leflef’in boyasının kalitesinden
Ankara halinde domatesi seçtirmediklerinden
Sana ne…
Geçim derdi seni mi gerdi
Anan da babanda hiç oturmazdı
Öyle de öğrettiler değil mi
Çal çırp zamanlar tuzak
Böyle adamlardan uzak dur uzak
Bir mevzi aç kendine
Kal kuytunda canımın yongası

Gülüyorsun ya…
Gül geç delikli süzgeçlere
Ayıklamış gibi yap pirincin taşını
Değil mi ki a canım
Ölüm hayatın bir adım sonrası…

TEKİL ÇOKLUK

Dudağının kenarında biriken
tüm geçmiş zaman acılarını
gül gitsin…
öpme beni mazinin sisiyle
ve dokunma yasını tutan ellerle
yol ver takvim sayfalarına

eskiyen her duygun sökülsün
sol yanında duran soy adından
kütüğüne çak bittiğini herşeyin
yitiğini aradığın mağaralara
inmelerin bitsin yum gözlerini
çocukluk korkularını vur
gerisin geriye çağırma

bil ki sende saklı her kalbin anahtarı
ilk kilit seninki
çevir artık şu şafak vakti
devran denen zilliyi
kendi yolundan…

kır önüne dikilen aynaları
yalnız senin kalabalığın bu
içinde çoğal, vazgeç dışından
kendi yalan çokluğundan
çıkart mutluluklarını
sakla tekil ormanlarına
her bahar, her kar zamanında
kendinden doğan küllerinde
yalnız ve hür yaşa…

24 Şubat 2008 Pazar

HOŞCAKAL

Esen tüm rüzgârlara selam veriyorum. Eğin beni toy bir kavak ağacı gibi fırtınalar. Eğin ki huzurunuzda eğilmek bir onur bana. Zira size rağmen büyümek güzel. Hatta yaşlanmak. Kırılan her dalımda dökülen gözyaşlarım can suyummuş meğer. Taş olmadı atan kalbim. Tersine iyice naifleşti ama aklına hürmet etmeyi öğrendi bu geçen zamanda. Şimdi ne istediğini biliyor hayattan.

Bir tango bekliyor sevgiliden ve gülmekten yorulmayan bir yüz. Ama sahiden gülmekten bahsediyorum. Aşkla bakan gözlerden ve sapasağlam bir aşktan bahsediyorum bu yaşımda. Toy sevdalardan değil. İki de bir kırgınlık gösteren cinsten sevdalar istemiyor gönül bir saatten sonra. Kaybettiğinde ne hissedeceğini bilen kaybının büyüklüğü hesabını yapabilen sonuna kadar birlikte olmaya yeminli bir aşk istiyor yürek.

Yürekli bir sevda istiyor hâsılı. Kaybetme korkusuyla başarılardan esirgenmeyen kim görürse görsün kendine ait olduğundan emin olan sevgili istiyor. Kapı gibi tapusu olan bir sevgi. Sol bileğini kesip kanını kanına karıştıran bir sevgi. Can verileceğinde öne ilk kendini atacak bir sevgi. Öldüresiye değil ölesiye seven bir sevda bekliyor bundan sonra. Yaşlandım teranelerinden uzak, gençliği bakışlarında kilitli kalbinde deli gibi oradan oraya koşturan bir kan istiyor artık.

Gitme demektense, kalması için bir sebep verip vermediğini düşünen bir sevgili… Her türlü olmazı oldurduğuna mukabil önüne olmazlar getirip koymayan hayatı çok ciddiye alıp hiç ciddiye almamak arasındaki çizgiyi bilen biri.

Yaşatmak için kendini öldüren, yanında olduğunda hayatın kalanını aklından ve ruhundan silip atan baş başa kalmayı başarabilen…

Gülmediğinde aklındaki sıkıntılardan çekip çıkarabilen kendi bencil hayatını bir kenara bırakabilen obur hayatından kurtulabilen bir sevgi.

Beklemiyorum artık. Beklemiyorum çünkü buldum. Kendi içimdeki gücün ne kadar büyük olduğunu anlamanın mutluluğu içerisindeyim. Başkalarını mutlu etmek onlara sevgimi anlatırken gösterdiğim geniş gönlü bulamadığım ve bulamayacağımın idraki bu yazı. Suskunluklarını gülün lal oluşu gibi bir sahte sebebe bağlayanlar… Üzgünüm… Zira artık hiç inandırıcı gelmiyor. Siz susmaya devam edin. Narsist miyim? Evet. Siz bu kadar bencilken ben narsistim. Sizi sevmektense kendimi sevmeyi tercih etmem rahatsız etmemeli ruhlarınızı. Kendimi seviyorum ve gurur duyuyorum. Beni bulabilme şansınız olmadığı gibi artık benimle olma şansınızı bile alıyorum ellerinizden.

Meydan okuma mı bu? Nasıl değerlendirirseniz…Tamamen tercih sizin. Ya sevmeyi öğrenin, ya içimde büyüyen sevgilerinizin altında yan gelip yatamayacağınızı bilin artık. Sevildiğini duymak insanı büyütür haklısınız. Ama işittiğiniz kadar söylemeniz gerektiğini düşünemiyorsanız benim söyleyecek neyim olabilir ki size. İşitmek herkesin en doğal hakkı değilse nedir?

İşitmediğiniz hanelerinizdeki kabullenilmiş mutluluklarınızda kalın ve kurgu düzmece avuntularınızla farkı giderin bundan sonra.

Yalnızlık… Sandığınız kadar korkutucu değil benim adıma. Zenginlik kişinin kendi gönlündedir. Bu kadar zenginken ve dağıtmaktan bu kadar keyif alırken neden siz ayrıcalıklı olasınız ki yalnızca. Tüm kapılarınız açıkken size açılan kapımın dışındaki tüm kapılarımı kapatmamı istemeniz çok bencilce değil mi? Düşünmeliydiniz. Kapanan onca kapının içerisinde sizinkinin de kazayla yahut bilerek bir gün mutlaka kapanabileceğini.

Hoşcakalın. İçinizdeki mutlulukların keşfini tamamlayabilmeniz dualarımla… Aslında sandığınız kadar kötü değildir insanlar. Size tanınan ayrıcalıklar için vehimler üretip abartmamanız gerektiğini öğrenebilmenizi diliyorum.

23 Şubat 2008 Cumartesi

ELİM SENDE

Elim sende oynayalım yine
Sendele sen ben yanındayım
Tutarım ellerini ömrümce
Öbür güne planlar yapalım
Misketlerini sakla ben bulayım
Mavi kırmızı renkli olanı çalayım
Ara bütün saklambaçlarımızda
Yaklaştıkça sıcak bassın
Uzaklaşınca soğuk soğuk diyeyim
Üşüdükçe yeniden gel
Elim sende oynayalım…

KANATLARIM OLMADAN

Dikenli tellerden
Taç yaptım ağrıyan başıma
Artık kralım…
Ne derdim kalır
Ne dinlerim
Başımda tacım var
Bir de yar hanesinde
Soğuk taştan bir yastık
Koyarım başımı
O kanar ben susarım
Kan kokar bakışlarım
Ve titrerim sabaha yakın
Üşürken seherin soğuğunda
Kayıp bahara dönerim
Sol yanımdan…
Yıldızlı yorganım düşer
Uçurum kenarı yatağımdan
Gün acıtır kapalı gözlerimi
Göz göz olur hatıralarım
Bir dikenli telden
Taç yaptığım başımda
Dinen ağrılarımla
Susarım…

Üç noktalarım yol gösterir
İki dağ arası boşlukta
Kanatlarım olmadan…

Kanatlarım olmadan…

GÜN UNUTSUN

Sakın söylemeyin
Bilmesin bilmeyen
Neden bu haldeyim
Ve nasıl geldim dile
Bülbülün kanatlarına
Sarsınlar sancılarımı
Dokunmayın ellerime
Doklardaki tüm günler
Payıma düşen
Çekiç sesleriyle
Son bulsun…

Esirgeyen ve bağışlayan
İsmimi koysun yeniden
Yenilen pehlivanlar
Büyüsün çimenlikte
Dut kurusu tadı
Bir güz versin kendini
Soğuk zamanlara
Soluk resimler dökülsün
Gelmesi muhtemel
Uzak ihtimalli baharlara…

Harım uzaklaştırsın
Yakınımda kalan
Yalnızlıkları
Ve bir su serpimi
Mentollü ferahlıklarda
Ağlasın kocaman açılan
Doru atların gözleri…

İğ batsın serçe parmağıma
Kanadımı kırsın sapan
Ağa vurmuş istavrit
Ah etsin durmadan
Eli nasırlı yaşlı balıkçıya
Şükür duyulsun
Hamd’ların ardından
Gün unutsun kendini
Kuruyan dudaklarımda…

22 Şubat 2008 Cuma

HESAP

Yazdığın her mısranın hesabını vereceksin
Önce yanındakine sonra evsafına göre
Kim bilir belki de bir sorgu hâkimine

Yatarken –ki en doğal hakkın-
Neden yatıyorsun diyecekler
Önce yanındaki sonra yerine göre
Koğuşdakilere

Eline kalem alsan ve açmasan ışığı
Nöbete dikecekler geceye
Kabahat kusur yazacaklar
Gecenin üç beşine

Hâsılı hesapsız bir günün olmayacak
Bütün ödemeyi yapan sen olacaksın
Yine de yetmez diyecekler
K yi develeyecekler
Onu bile el altından ödetecekler

Bitmez…Yazacak her günün sonuna
Bitmeyecek kökü kuruyası hayat
Çökecek boğazına öldürmeyecek
Sürünmeyi öğretecekler…

Belli etmeden bezdirecekler yazmaktan
Ve vazgeçeceksin belki de
Hayatı anlamlandırmaktan
"Biz ne yaptık ki" diyecekler...[

21 Şubat 2008 Perşembe

Sen…
Biçilen her acıyı kendine urba
Kederi başına dikenli taç yaptın
Bundandı avuçlarının kızıl kanı
Ve bu sebepten kızıl akşamlara
Vurulduğun kadar kuytularında
Unutulurdun…

Ben…
Döktüğün her yaşı inci diye
Avuçlarımda biriken damlalarca
Biriktim terkinde yalnızlıklarımı
Sırf bu yüzden bükülürdü boynum
Yokluğun eliyle mürteci koynuma
Sokulurdum…

Biz…
Mecburduk bu asrın acılarına
Söylenen yalan yüzümüzü yakan
Uzağımızdaki savaşların ardında
Öksüz çocuklarımın elinde sapan
Kırık keman telinden akan yaşla
Boğulurduk…

Sen...
Ben...
Biz-siz olur elimden kayan dünya
Kayboluruz...

İZİN

Bilgeliğin gözlüğünün düşen camı
Takarsan büyür göz bebeklerin
Düşünce düşer gözünden dünya

Düş görmeye yarar unutunca
Uykunun derinlerinde…

Dağılan yuvanın hesabını
Sorar karınca dularında
Sararınca güzün yaprakları

Sormaya gücün yeterse umudu
Dökülen dikenlerinde…

Her pul yolunu bulmuyor
Filateli dediğin dantel merakı
İleri geri yaşadığın mektup

Gitmeye izin kalmaya çözüm
Müsadeli ihtilalinde…

20 Şubat 2008 Çarşamba

HAYAL

Mevsim bahar olacaktı,
Etraf sessiz,
Çok çok kuşların sesi belki...
Sonra sen olacaktın
Çoluk çocuk meselesi olmayacaktı,
Genç olacaktık...
Yeniden…
Aynı caddede
Korkmadan elim ellerinden
Görecek diye başka biri
Çekinmeden yürünecekti bulvar
Yol bitecekti gece gelirken
Uzanacaktım yorgunluk çökecekti
Uzandığım yerde olacaktın
Yasak olmayacaktı ellerin
Ve başımızın altındaki tek yastık
Aynı yere uzanmamızdan korkmayacaktı
Utanmayacaktı tenim teninden
Şimdi bahar olacaktı ve sen olacaktın birde
Şehrin adı olmayacaktı
Ve yaşım olmayacaktı ismimle eskiyen…

Mevsim bahar olacaktı…
Ben olacaktım, sen bende olacaktın…

KEKLİK

Keklik seslerini işitiyor musun
Çocukken babam söylediydi
Şimdi kör oldu hayallerim
Gözümle gördüğümü
Gönlümde göremiyorum

Ovalık yerde büyüttü anam beni
Hayat…
Bayat bir şikayet sebebi
Bir cinnet hali şu yaşamak
Savrulunca bir sebeple bu sahile
Ellerimden tutanım olmadı
Egenin sularından başka
O da ilk sevdiğim kız gibi
Tek dokunuşluk sıcaklığını
Bırakıp kaçar geldiğimden beri

Evime çıkılan patikaya aldırma
Çıktıktan sonrası güzel kulübe
Göze alamaz yokuşunu kederler
Bir gelse ikinciye yok yazılır
Yalnızlık denilen hergele

İşitiyor musun keklikleri
Seslerini gönderiyorlar rüzgârın kanatlarında
Her sabah onlar uyandırıyorlar artık beni
Yazamıyorum artık Nesim
Onca kalem aldım kendime onca defter
Mutlu olunca mısra kaçıyor ellerimden
Yazılmıyor şiir miir
Çıkmıyor kalemin kömüründen

Keyfin yerinde olunca
Evinde tepeden bakınca
Vurmuyor yüreğime keder
Seriliyor ya dünya şu deniz gibi
Çarşaf misali
Çatlasa da patlasa da çanak çömlek
Oyun bozan bir lafazan
Kırıyor kurşun kalemlerimi

İşitiyor musun Nesim
Şu gelen sesler
Yalnızlığımı bozan
Uzağın kekliklerinden…
Seveceksin biliyorum
Ama ne kadar sevsen de
Bir daha göze alamayacaksın
Yeniden yanıma gelmeyi
Üzülme…
Alıştım ben kulübeme
Şehir yavan bana
Yaban gibi bu tepenin başında
Kâinatın tek bekçisi gibiyim…

Tanrılara yakın
Kuldan kuruntudan uzak…

SUHENDAM

Bir an gelip yüzüne haykırırsa
Yaşadığın tüm ayrılıklar
Sen değilsin sebebi ağlama
Giden onca günün içine
Karışmak istenince
Ne gelir elinden Suhendam
Bırak eskisin takvimler

Hıçkırıkların boğmasın seni
Dokunmasın gülen gözlerine
Evlerin ellerin gibi boş kalmasın
Sevdiğin baharlar har olsa bile

Dönüp bak şu rüzgâra
Nasıl bir anlık gafletinle
Öpüp bırakıverdiğini öylece
Ve martıların kanatlarına
Sokulduğunu gizlice

Denizin tuzu kadar gizli kal
Tenimden girdiğin derinimde
Güzelliğin aksın çirkin yanıma
Yapraklarım düşsün ayaklarına

Bir an arsızca haykırırsa
Boyunu aşan yalnızlıklar
Unut gitsin acılarını ağlama
Gelen onca güne karışmak istenince
Elinle doyur serçeleri Suhendam
Bırak gitsin yalan sevdalar…

SEVDE

Sevde…
Onca kalabalıkta gözde
Buğulu bir çift gözle
Tayın hesabını unutturan
Hastanın beklediği nazından
Bir yudum nasip için yalvartan
Fırtınanın saklı kaldığı umman
Patlasa ecel, dinse hayat
Serçeleri andıran bir çift kanat
Kirpikleri…

Sevde…
Ben uzağında kalayım sende
Dağıt aklımı orak kirpiklerinle
Kırayım çekicimi akşam kızılında
Ve süreyim ordularımı başaklara
Güzün biçilmeyecek olsam da
Kır bileklerimi terk zamanlarında
Ceylanların avlandığı an ki bakışla
Seyret hayatı gök yeşili
Gözlerinde…

Dur o kapı önünde
Dur ki bir daha göreyim dön
Dili sürçünce ismini koyan
Sevda’nın köşesinde bırakan
Varlığını sürü bu odadan
Kimse bilmesin
Bir ben kala kalayım ardından
Öksüz yetimlikle titreyen
Dizlerimle…

16 Şubat 2008 Cumartesi

SICAK ÇORBA

İyileştim…
Sıcak çorbam iyi geldi
Hasretin bıraktığı ayazda
Uzun uzun titredim…

Kuru öksürüğüm var biraz
O da geçecek
Söz verdim
Aynaya hapsettiğim
Saçı sakalına karışmış
Eskiyen yeni halim…

İyi çaktım bu defa çivisini
Tuz buz olmayacak sırlı yüzüm
Duvara çizdiğim çerçevesinden
İnmeyecek, düşmeyecek gülüşüm

Bahar gelecek yakında
Rica ederim Tanrım
Soğuk odama düşür bu defa
İlk cemreni
İliğimi kemiğimi ısıtayım…

Sana da söz
Bu bahar gördüğüm hiçbir sevgiliye
Parkta bahçede rast gelsem de
İmrenmeyeceğim…

Yalnız yolladığın bu âlemden
Kimseyi koluma takmadan
Sana geleceğim…

15 Şubat 2008 Cuma

KOLAY SORU

Hiç şikayetim oldu mu
Üşüten karakışında
Yahut neredeyse
Pelte gibi erittiğin yazında

Şubatın orta yerinde
Çakıldım sandalyeme
İğreti bir soba
Ha babam yanıyor
Üşümeyeyim diye

Yine yalnızım odamda
Gel de konuşalım
Aklımın içinden usulca

Geceleri beyaz düşen kar
Gündüzleri neden
Kara bağlayıp yağar?

12 Şubat 2008 Salı

MOR SALKIM

Girilmemiş bağın asmalarında bağlı
Salkım salkım günün mora çaldığı
Mutlu gülüşleriyle karışık aşkları
Dördüncü yedisinde bilemedin kırklı
Gece şarab olmuş hilalin parlağı
Parmak uçlarımdan iç meşki sessizce

Adımladığın toprak yol, zul bana
Gelemezsin bağa "dul" derler adına
Güvenme eşkıya kılıklı âşıklara
Çıkarmasınlar ipliğini pazarlara
Temizle mübarek yağan yağmurla
Gönlünü arıt beklenen benli sehere

Çözdüm sana gelen çetrefilli yolları
Düştü düşmeyecek kederlerin nasırı
Bebek kokuları bırakır serçe kanatları
Kuyruklarına takarlar eskiyen acıları
Küçük ellerinle kopart şu yıldızları
Uzayan saçlarımı düşür beyaz tenine

Tek katlı düz damlı haline razıyım
Asıra saydığın hasretinle gamlıyım
Sakla, sicimce dökülen güz yaşıyım
Adımı kazı gamzenin yalnızlığıyım
Sevgili…hayali bakışlarına dolayım
Gözlerimin ferini vereyim ecrine

8 Şubat 2008 Cuma

HOROZ ŞEKERİ

Bu boş salonun hangi duvarından
Ya da hangi kirişinden geliyor
Şu bitimsiz inlemeler
Çınlayan gülüşler vardı
Çocukları vardı bu köhne evin
Ve güzel yüzlü kadınların hayalleri
Ceylanlar gibi sekerken

Bu iniltiler nereden çıktı şimdi
Hangi çivinin altında saplı
Beni bekledi demek ki
Bekledi ki yalnızlık sarılsın
Pusudaydı belli ki
Korkacağım gecelerimin
İçlerine dolmak için
Nasıl da sinsice izledi
Yaşlanmamı ve yalnız kalmamı
Kendi başıma ağlamamı

Kaldırdım aynaları
Bana benzeyen yüz yok
Ne de ona bakacak yüzüm
Kendime söylenecek tek bir sözüm
Ve yalnızlığımı örtemeye bir çözüm
Yok…

Yokluk bu olsa gerek
Paran olmuş neyine
Satmıyor çocuklar gülüşlerini
Bir horoz şekerine…

1 Şubat 2008 Cuma

KADER

Kader…
İstesen de istemesen de
Hükmünü sürer…

Bir çınar gölgesi ararsın
Ömrün sonu dizinde uyumaya
Ve uyanmaya bir serpinti
Tutunduğun her rüzgâr
Dost değil ki
Bak şurada yatan baban
Sor hadi yeniden
“baba Allah nerede”
Susarsa uykusundan
Babalar hep bilir
Kim nerede ve ne zaman
Düşecektir gelinciğin kucağına
Ya da adam olacak olanı
Tanır bir bakışıyla

Ne baban götürür seni Eyüp'e
Ne başında ki çoban
Bilebilir uçurumun yolunu
Boşlukta asılı kalır arzuların
Bir kuşun kanadına
Aldanırsın…
Ya düşersin ölmeye
Ya tutunursun gülmeye
İki elin kanda olsa
Eğilirsin bir zaman secdene
Karıncalar yürür dizlerine
Ağlamak gelir içinden
Hıçkırığın kırar belini

Tanrı tanımaz yanın
Tutar aklının iplerini
Kuklası olursun ellerinde
Ellerini keserler
Kanar yanların var senin
Birde bıçak sırtı sevmelerin
Sırtında yüktür çoğu zaman
Silkelensen düşer semerin
Eşekliğin
İnsanlığının önüne geçer
Kilidi bozulur gözlerinin
Gelene gidene döker
Akan feryatlarını
Keder…
Doğarken üstüne giydiğin
Ölümlük tek kefenin

Sen küfrünü yüzüne savur
Yalanın saklı durur
Kara gözlerinin ardında
Bir küçük çocuk
Vurulur...
Kuruyan insanlığın ceplerinde
Yırtsan da arını yüzünde
Yüzsüzlüğün, gülen resminde
Yakışmadan öylece
İğreti bir güvey gibi
Sessizliğin sesi olur…

Mavi gözlü bir Nazım
Dilinde sahte ihtilal
İnanmayınca yakışmaz
Yaşamayınca, yaşatmayınca
Tutuşmaz dağ taş
Tutunmaz ardında yürüyen
Aklına karışmış saçlarıyla
Kır zamanlarına büyüyen
Yorgun bir iki baş

Yüzük tak şimdi yalanlarına
Tak ki bilinsin başının bağı
Uğraşma yolunu yürüyen
Bencileyin üç beş deli
Kelam ediyorsa girme
Anlamadığın yollara
Çıkart artık aklının gömülerini
Kalp çürür arama boşuna
Kesme böceklerin yemini…