9 Ocak 2008 Çarşamba

ÜŞÜYORUM/ÜŞÜYOR



Biliyorum üşüyorsun olmadığım yerlerde. Ama sen de biliyorsun ki ben de üşüyorum olmadığın yerlerde. Isınmıyoruz ısıtamıyoruz varlıklarımızı. Sade gülüşler büyüyor büyütüyoruz çok zaman arkasında saklı kederlerimizi göstermeyelim diyerek. Ama yinede çok zaman tutamıyorum içimde biriken dünyalık gereksiz üzüntüleri. Anlatıveriyorum üzüleceğini bile bile. Sus diyorum çok zaman, sus be kadın. Yükün bari olmasın. Kimi kimsesi olmayanların yaptığını yap. Kendinle konuş mesela. Kendinle hallet kendi meselelerini.

Dışarıda kar yağıyor sonra, mevsimi mi gelmiş nedir? Evet, ağaçlarda hiç yaprak kalmamış. Tarih olmuş yaşadığım bir sonbahar daha. Çıplak dallara asılı kalmış güvercinler serçelerin yanlarında. Serçeler bana benziyor. Hala cıvıl cıvıl, hala kıpır kıpır durmuyorlar durdukları yerlerde. Mevsimler gelip geçse de hiç büyümüyorlar. Güvercinler öyle değil bilirsin. Onlar sana benziyorlar, ağır oturaklı. Akıl hocaları gibi oturuyorlar hayatın bir dalında. Bekliyorlar anlamları, sırları anlatıvermek için soracak olanlara. Çoktan kemalâta ermişler besbelli.

Kar öpmüş toprağın tenini, ağaçların gövdelerine sarılmış. Dallarına vermiş tüm yükünü. İncitmeden bir aşk gibi dökülmüş uluorta. Serçelerin kanatlarına takılıyor gözlerim. Bu mevsimde kartopu oynamıyorlar. Tutamıyorlar besbelli. Sahi üşüyor mudur ayakları benimkiler gibi?

Kışlar gözümde büyümüyor artık, kuşlar büyüyor gözlerimde. Seviyorum cıvıltılarını. Rızkları için itişiyorlar birbirleriyle. Ama hiç kavga etmiyor, sade cilveleşiyorlar işte kendilerince.

Şimdi düşünüyorum da, indirelim mi kışın soğuk yüzünü pencerenin kenarındaki görüntüsünden tutup. Toplayıp kaldıralım mı kışlıkları sakladığımız dolabın en dibine?

Baharı bulalım, ikimize de yakışırından ve tam da sevdiğimiz gibisinden. Arnavut kaldırımlı bir “taş ev köyü” kuralım kendimize, balkonları olsun evlerin. Aşağıya sarksın saksılarındaki çiçekleri. Akşam sabah tembih edelim düşersiniz kenardan bakmayın diye. Kokuları sarhoş etsin sardunyaların. İçmeden yalpa yapalım yürürken bizli hayallerin yollarında. Unutalım… Dünya denilen de yalan değil mi? Kuralım yalandan bir dünya, bir sen bir ben birde ismini bilmediğimiz ıvır zıvır bir dolu komşumuz olsun. Kapısının önüne kuralım bir ahşap masa. Ara ara acemi şansını al ellerine, tavla oynayalım. Kapı almayı öğreteyim en ucuzundan sana. Koltuk altımıza yakışsın marsların yenilgileri. Yerlerden toplayalım attığın zarları. Kaybeden kahveyi pişirsin, kazanan yemeği.

Hâsılı bir "aralık" bulalım senli bir bahar olsun içinde, sessiz sedasız yaşayıp, yaşlanalım. Olmayan bir yastığın üzerine bırakalım, aynı gecede başımızı.

Ankara… Çıktım içinden. Bekleme beni seni sevmem için artık. Kışından memnun değilim bilesin. Aklı olan tüm kuşların yaptığını yapıyorum ilk defa bu kış. Göç ediyorum baharlı hayallerime. Bekleme ve gel diye ısrar da etme. Yerimi beğenirsem sanırım bir daha sana gelmem. Yol üstünden kaydırmaca günlerini sevenlere bırakıyorum artık. Özleyenler gelip yaşasınlar koynunda. Ben yalnız koynuma koydum, sevdiğim hayallerimi ve artık senden gidiyorum. Topladım pılımı pırtımı. Biriktirdiğim gül dikenlerimi ayrı koydum kâse-i fağfuruma. Gül yapraklarımı kuruttuğum ahşap kutumda saklıyorum. Kokuları hayalimde. Hiç kokmamışlardı ki zaten. Ben tüm kokuları kendim uydurdum. Nergis’imden başkası yalan. Ankara’m… Çıkarttım içimden seni. Serçelerine iyi davran bundan sonra, çok ayaza sarma. Güvercinlerine benzemezler onlar. Ölürlerse düşerler toprağına. Sararsın, acırsın ve çok ağlarsın sonra. İşin kötüsü soğukluğun ve üveyliğinden gözünün yaşına bakacak bir “ben” de bulamazsın bundan sonra…

Hiç yorum yok: