FESTİVAL
Düz yazılarımın devrilmekten kurtulamayan cümlelerinin kelimelerindeyim yine. Günler güzel, geceler muhteşem. Neden hiç bilmiyorum hayat ayrı gayrı cilvede bu aralar gönlümle. Durmadan haykırmak istiyorum seviyorum yaşamayı diye. Bir bilenini arıyorum bu hallerin. Ben hiç beni böyle bilmedim, kendime şaşkınlık içerisindeyim. Ne yalan söyleyeyim kendimi bildim bileli bir kikirdek çekirdek vardı içimde. Ama hani söylemiştim ya dostlarıma, çok gülmek iyi değil dediklerinden oldubitti susturmuştum ya içimdeki kikirdeği. Bu aralar ipini kopardı deli fişek dolaşıyor satırlarımda. Mısralarıma pek dokunamıyor ama. Nedense mısralarımdan uzak duruyor sanki biri höt deyiverecek gibi de ara ara usluyum pozları yapıyor karşımda.
Geçinip gitmenin, yuvarlanıyoruz’ların en iyi hallerindeyim hâsılı. Dilimi ısırıyorum Şeytanın kulağına kurşun diyerek. Çoluk çocuk zamanlarımın hırsını mı alıyorum nedir? Üstelik mevsim kış, bahçede kar, odam soğuk, ellerimi ısıtacak bir el bile yok hatta daha kötüsü herkesin bir kedisi var bizim evde kedi de yok.
Oturduğum koltukta üzerime küçük lacivert battaniyemi örtüyorum. Isınmanın en kötü yöntemlerinden biri. Bir diğeri de kış girerken kışlıkların arasından çıkartılan ve çarşafın altında mekanik sıcaklığıyla lütfen merhamet gösteren elektrikli battaniye.
Kedi alerjisi rahatsızlıklar içerisinde en kötüsü değilse ne? Hâlbuki şöyle salına salına keyfe keder dolaşsa ya evin içerisinde. Tüyleri dökülse oraya buraya. Nereye otursan kucağına zıplasa, tam iki kelime yazıya çevirsen yönünü, sağ elinin üzerine sağ patisini atsa üstüne üstlük utanmadan sıkılmadan koysa başını ve uyusa şımarık bir sevgili gibi. Yumuşak patileriyle kavgaya tutuşmayı bile özlemişim.
Hey Allah’ım kışın günü özlenecek başka bir şey de yok demek ki, minik bir pisicikten başka. Ah şu kedi alerjisi nereden de buldun girdin kapımdan içeri. Ne güzeldi çocukluk zamanlarım. Hani şu ampullü radyo zamanlarımın, annemden gizli kapı aralığından kaçak giriş yapıp yatağıma zıplayıp her sabah karnımın aynı noktasına oturan kedisini özledim işte. Kıpırdamadan mırıltılarını dinlediğim çocukluk zamanlarım. Başka neyi bu kadar özledim ki.
Şimdi bir ara beğendiğim gözlük camlarında aklım. Hani şu takıp da üstünden bakılıyor ya. Bir yaşlanma merakıdır gidiyor bu aralar nedendir bilmem. Tekli bir koltuğa oturmuşum, üzerimde yine yalnız zamanların değişmez şahidi mavi battaniye. Sevmediğim bir türde ve sevmeyeceğim bir kitap almışım elime. Kucağımda tekir kedi, gözümde beğendiğim o gözlükler mutlu mesut okuyorum. Kestirmeyi düşünmediğim saçlarımı toplamışım arkamda. Hala tek tük beyazıyla kâküllerim düşmüş gözlerimin üzerine. Bu evin içerisi, kış geldiğinden değil yalnızlıktan serinmiş meğer. Ben seçmişim bu evi, içine yalnızlığa yakışır eşyalar bulup buluşturmuşum. Pencere pervazlarına rengârenk menekşe saksılarını dizmişim. Bir adım ilerideki küçük bahçemin bir tarafında sardunyalar öbür tarafında onbir aylıklar. Kocaman kocaman açılıp saçılmışlar. Bahçemdeki tek ağacım, çıksa da yaslasa sırtını gövdeme diyerek beklese, beklerken ceviz yaprakları esen yelle ıslık çalsa baştan çıkartmaya meyille. Nazlansam… Çıkmasam hemen. İzlesem perdenin arkasından, beni özleyip özlemediklerini merakla. Baktığımda uçsuz bucaksız denizim göz kırpsa, güneş yüzüne vurdukça gıdıklanmış gibi. Çimenlerimi biçsem her iki haftada bir, kendi ellerimle. Tahta bir çitle çevrilse bahçemin etrafı, çitlerle sarmaş dolaş olsa hanım ellerim. Kokuları kapalı penceremden bile gelip sokulsa koynuma. Uzansam iki minder alıp küçücük bedenimin yükünü taşıyıp ceviz ağacımın dallarının altına. Uzansam ve seyrine dalsam şekiller uydurduğum bulutlarımın. Biri bana benzese... Hızla yaklaşan diğeri kedime. Bir bulut oğlum olsa uzaktan el sallayıp gülümsese. Cırcır böceklerim sokulsa yanıma. Çekirgeleri zıplatsam uykularından, yaramaz halimle. Geceleri ateş böceklerim olsa bahçemin içinde. Fener alayı düzenlesek. Açsam Münir Nurettin Selçuk söylesek hep birlikte “beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın” diye bağrışsak şarkı söylüyor gibi. Gece yaklaştığında hepsinin üzerini örtsem yıldızlı bir yorganla, sabaha buluşmak için söz versek birbirimize öpsem hepsini doya doya. Mutad telefonlarımı etsem uzağımda kalanlara. Onlara da sütünü iç uyu desem.
Yeniden dönüp odama açsam klavyemi ve bugün gönlümde olup biten ne kadar hayal birikmişse yazsam yazsam sabaha kadar. Münir Nurettin Üstat hiç susmasa. Kör kuyulardan çıkartasım gelse mümkün olamasa. Şikayetimizi kimseler duymasa ve yarenlik etsek gecenin kör kuyularında. Yıldızlar semaya tutunmuş fenerler gibi yansa, ay kaybolmadan kapımda nöbetini güneşe devretse. Uykum gelse sonra, sütümü getirse komşunun küçük kızı. Öpsem gül yanaklarından, bir dal hanımeli versem dalından kopartıp. “bizim bahçede de var ki” deyiverse, bu kitabının arasında kurusun kuruyunca bana getir olur mu diye tembihlesem. Bir tespih gibi tane tane çekilse hayatın her günü yüzümdeki mutlulukla. Ilık bir süt yüzümü aydınlatsa. Süte tiryaki olsam, şu zıkkıma sarmasam durmadan. Başımın dumanı yetse bir başımalığımda.
Uzansam pencereden giren ılık rüzgarla. Uyandığımda yine gülümseyen yüzüm öpse yanaklarımdan. Bir de kedim olsa. Ah uyandığımda karnımın üzerinde uyur bulsam…
10 Ocak 2008 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder