3 Aralık 2007 Pazartesi

BEKLERKEN

Kısacık saçlarını sımsıkı bağlamışsın yine. Hapsetmişsin rüzgara geçit yok tel tel saçlarında. Gülüşün susmuş, güllerin unutulmuş bir yerlerde. Çiçek bahçelerin kurumuş. Diken deriyor yanından gelip geçen herkes. Mevsim elini eteğini çekiyor üzerimden. Yağmur kesiliyor sensiz, rüzgar unutuyor yüzümü öpmeyi. Toprak çekiliyor ayaklarımın altından, gökyüzümü topluyor akşamın kızıl güneşi. Kara çarşaflar seriyor üzerime. Yıldızlar göz ediyor, nazar ediyor.

Yürüyorsun verdiğim adrese, buluşacağız görüşeceğiz sözde. Belli ki ters gitmiş sabahtan bir şeyler. Belli ki üzmüş birileri gülüşümü, incitmiş. "Bana ait değilim üzmeyin gülüşlerimi" diyememişsin. Sahibinin emaneti bir şenlik tarumar olmuş inciten dillerinde. Keskin bir ayaz sinmiş sözlerine. Bıçak yaraları çakmak çakmak etmiş bakışlarını ve hilal kaşların orak keskinliğine bürünmüş.

Yürüyorsun ya her şeye rağmen bana getiren yolları. Keşke ben gelip alsaydım seni gülen yüzüm. Keşke…

Olmadı be iki gözüm, vakitten kazanırız hiç değilse diyerek, birkaç dakika fazladan zülfünün karasında sarhoş olmanın derdiyle gel dedim ya sana. Burada buluşmayı isteyişimin tek sebebi buydu. Bir sahil kahvesinin kapısındaki en güzel ağaç benim, geldiğimden beri. Martılar, balıkçı takaları eğleniyorlar benimle. Gelip geçerken gülüyorlar yalnız halime. Hele o çöpçü güzellerine ne demeli… Çığlık çığlığa kahkahalar atıyorlar başımın üzerinde. Tam gittiler diye düşünüyorum, alıcı kuşlar gibi yine dönüp geri geliyorlar. Usanmıyorlar eğlenmekten.

Ben geldikten biraz sonra geldi şu köşedeki masada oturan genç delikanlıyla yanındaki kısa saçlı kız. Üzgün bir hal vardı gözlerinin arkasında saklanmaya çalışan. Ah be, canımın içi.

Bir sırt çantası vardı kızın elinde. Şu yanında duran çanta. Kahveye girmeden az evvel indirdi sırtından. Pek de ufak tefek bir kızcağız. Çantası tıka basa dolu ama. Ne kadar dik yürüsede ayaklarını sürüyor gibi geldi bana. Sana benzettim aslına bakarsan, geldiklerinden beri gülümsemekten hiç vazgeçmedi. Ara ara ince kahkahaları dolaştı kahvehanede. Yine de içimde onunla ilgili bir keder belirdi be canımın içi… Sanki içinde bir sıkıntı vardı. Gözlerinin arkasında bir keder saklanıyor gibi geldi demiştim ya sana. Ne bileyim, öyle gibi geldi işte bana. Karşısında oturuyordu uzun boylu delikanlı. Koltuğunun altında saklanacak kadar küçük sevgilisinin ellerini hiç bırakmamıştı geldiklerinden beri. Sert bakışları vardı genç adamın. Kızgın ya da öfkeli değildi ama. Gençlik işte diye düşündüm bir an. O yıllarda hangimiz bu kadar celalli değildik ki? Kalın kara kaşları, zifiri karanlık gözleri, kömür gibi kara saçlarıyla buğday teninde, ara ara gülümsemeler beliriyordu. Daha çok delikanlı konuşuyordu. Kız, biraz da çekiniyordu belki de sevgilisinden. Öyle olmalı, değilse neden gözlerini dikip kıza baktığında gözlerini kaçırmak için bu kadar uğraşsındı ki. Ezgin bir hali vardı kızın. Yine de gülümsemeye uğraşması öyle güzeldi ki. Bir ara gözleri kızardı, biliyor musun. Tamda delikanlı omzuna elini atmıştı, yanına gelip. Sımsıkı tutunmuştu kıza bir ara. Tam da o arada sevgilisine göstermeden iki damla sızıntı yaptı göz bebekleri. Üzgündü besbelli ama gülüşü hiç eksilmedi. Belli etmeden usulca bir bahane uydurdu ellerine ve siliverdi dökülen inci tanelerini. Kumsaldaki isimleri silen minik dalgalar gibiydi elleri.

Uzun bir çay faslından sonra, eğilip yanağından öptü kızı, akşam soğuğu değen yanaklarından. Mevsimini şaşırmış gibi üşümüştü sanki güzel kız. İyice sokuldu delikanlıya. Sarıldı belinden. Bu kadar küçük olması iki elinin kavuşmasına hiç engel olamadı. Başını biraz da göğsünde unuttu delikanlının. Nice sonra ama senin gelmene yakın bir daha öptü alnından delikanlı ve doğruldu oturduğu yerden. Onun kalkışıyla genç hanımda sağ eliyle kavradı sırt çantasını. Duygusallığının sebebi belli oluyordu, sonucu kedere bulanan bakışlarındaydı. Bir hamleyle sırtına aldı çantasını. Küçük izcilere benziyordu. Gülümsetti beni. Kocaman gözlerini o anda fark ettim.

Sahilin bekçisi gibi gelip geçeni umursamadan, gelip geçmesini bekleyen bu kahve, bu gece seni beklerken, gülümsemeyi seven ama içinde küçücük bedeni ve yaşına kederler biriktirmeye mecbur olduğunu zanneden kısa saçlı, kocaman gözleri olan genç bir hanımı ağırladı, canımın içi. Delikanlının beline doladı kollarını, sevgilisi de omzunu sardı sımsıkı. Usul adımlarla çıkıp yürüdüler karanlığın zifirine doğru. Kolunun altına sığan bir küçük hanım yürüdü, emin olduğu kolların korkuluğunda. Öylece izledim durdukları saatler boyunca ve gidişlerinde hüzün çöktü benim de yüzüme. Bir hal vardı kızın gizli kalan yüzünde. Gecenin örtüşü gibi saklıyordu gözlerinin yıldızları arkasına. Yine de çantasını taşımak isteyen sevgilisine vermedi sırt çantasını, inatla hayatın tüm yükünü küçücük bedeninde taşımaya and içmiş gibiydi. Gidişleri öksüz bıraktı beni. Bir yorgunluk kahvesi içtim arkalarından. Keder çöktü sen gelmeden üzerime.

Hey Allah’ım. Yıldızlar bile sönmeye mecbur gelişinle diyorum da abartma diyorsun ya bana. Bak, kar peteği yüzün göründü işte karşımda. Yeniden doğdum bana ulaştığın şu dar dünyada, gelişinle birlikte. Ne kederim, ne yorgunluğum ne de dünya kaldı gelişinle yine gözlerimde.

Gelişini karşılıyorum kahvehanenin bahçe girişinde. Sımkısı sarılışımızla dökülüyor dünyanın bulaşığı. Aşk diyorum işte, başka da bişey demiyorum canımın içi. Aşk geldiğinde dünya kayboluyor buralardan.

Seni seviyorum diyorum başka da bir şey söylemiyorum. Ha… Bu akşama bir şey daha diyorum. O küçük hanım dilerim bir gün kurtulur bakışlarının arkasına hapsettiği kederlerden. Gülümseyişleri hakiki olur inşallah bir gün, sevdiği sevildiği kollarda. Ya o hakikatli kollar sarılsın ona yahut… Ah be canımın içi, kocaman gözlü küçük bir kadının peşinden gitti bu gün aklım ve gönlümün içinde ne kadar keder varsa gidişiyle birlikte yerleşti müsaitmisiniz diye sormadan.

Hiç yorum yok: