BEKLERKEN (III)
Hey Allahım… Hangi akl-ı evvel yaptığımı yapar ki. Sen sabahın erkeninde kalk, giyin kuşan pırıl pırıl, düş yollara. İşe giderken başlasın gelişine duyulan özlem. Her günün başında hazırlan gıcır gıcır sanki gelişin bugün.
Üstelik ne ismin var ne cismin belirli. Kimsin nesin nereden bilirim ki. Bildiğim bir tek şey var, bu yaşıma kadar seni bekledim. Uzun yollar boyunca, işleri güçleri sıkıştırdım geleceğin zamanların ağırlığı omuzlarımı terk etsin diyerek. Tüm sorunlar beni bulduğunda senli zamanlarda güçlü olabilmek için hallettim sensiz, yalnız bir başıma. Öyle ya gelişinle çok kuvvetli bulmalıydın beni. Uzun sohbetler ettim dostlarımla, tavlada zar tutanın hilelerini öğrendim belki de tavla seversin diye. Sayıları Farsça söylemeyi. Şiir dinlemeyi ve tangoda aşkı seyretmeyi sevdirdim kendime. Bazen şiirler yazdım sana, Leyla’mdın benim. Seni iyice resmedemediğime sinirlenip yırttım hepsini. Saçlarım çocukluğumda da sarıydı. Ama yokluğunun yangını mıdır bilmem başaklara döndüm sen gelmedikçe. Bu yüzden seni hep kumral hayal ettim. Benim gözlerim yeşildi o halde seninkiler kahve köpüğü rengi olmalıydı en azından. Bu yüzden hep kumral ve kahve kokulu kadınları seyretmeyi sevdim ben. Biri bana dönüp bir gün “birini mi bekliyorsunuz” deyiverecek gibi geldi. Çok bekledim bu cümleyi ama kimse söylemedi. Sanıyorum ben bekliyordum ama senin bu bekleyişten hiç ama hiç haberin olmadı. Yürüdüğüm her yol sana getiriyordu beni. Bu yüzden bakar adım yürüdüm yolları. Bu yüzden çok sevdim yürümeyi.
Nerede olduğunu bir bilsem… Hiç bekler miydim bu kadar uzakta seni. Koşmaz mıydım yollarına üşenmeden, düşünmeden. Düşlerime de girmedin ama biliyorsun değil mi? Tek bir ipucu bile vermiyorsun sensiz zamanlarımda. Oysa, seni ne kadar özlediğimi söylüyorum doğan güne ve gecenin dedesinin koynunda ağlıyorum yokluğunun tasasını. Geceler soğuk oluyor. Sanma ki zordayım, hayır kaloriferler yanıyor, sakın yanlış anlama. Üşüyüşüm yokluğundan. Uzak bir yerlerde bir sevgilim var, muhtemelen kumral. Ama yakın olamıyorum ona. O da üşüyor mudur yokluğumda, minik parmakları üşüyor mudur öpmelerimden yoksun. Yoksul mudur bir yanı benim kadar.
Sana biriktiriyorum kalbimdeki boşluğu. Gelişinle doldurursun çeziylik sevdanla. Gelişinle alışırım bile zenginliğe. Bir yandan aşkın serilir gönlüme, birkaç kıskançlık yerleştirirsin, güzel bir kadının kaprisi siner otağıma, bol kahkahalarla çınlar göğüs kafesim. Şenlenirim varlığınla. Bunca zaman seni bekledim diye seyrederim varlığını.
Kapıyı sen açarsın akşam eve geldiğimde. En çokta bana kapıyı açan şu anahtarlardan yıldım. Kullandırma bana onları bir daha. Onlar varken kimse gelişime sevinmiyor sensiz her şeyi çirkin görünen bu zengin evimde. Kimse “hoş geldin aşkım” diyerek boynuma sarılmıyor. Öpmüyor beni deli gibi, bıktırasıya. Sen gelince içerden açılacak bu kapım değil mi? Kullanmayacağım bu anahtarları bir daha.
Geceler boyu televizyon izlemek zorunda kalmayacağım. Bir ceylan dadanacak bu haneye. Onun seyri her şeyin seyrinden daha güzel olacak. Sen incecik belinle dolanacaksın odaları mutfağı arada salona girip çıkacaksın. Özleyeceğim aynı evin içerisinde seni. Yeter yoruldun diyeceğim, gel yanıma. Dünyanın en munis kedisi gibi koltukta yanıma sokulacaksın. Saçlarını okşayacağım, minik kedim uyuyacak kucağımda. Kokun… Misk-i Amber olup dolacak kuytularıma. Varlığınla ısınacağım dünyaya. Dünya yaşanılır olacak varlığınla. Sen ufkumda doğan bir güneş sunacaksın her sabah uyanacağım koynunda.
Bu güne kadar ki “gel” deyişlerim, “gitme” yalvarışlarım olacak gelişinle.
Sahi en çok hangi çiçeği seveceksin ki? Ben seni hep nergis seven biri gibi düşledim. Kokulu, mütevazı, gelin kadar güzel beyaz, sarısında mahcup. Ellerimle koparıp dermek isterdim mevsiminde. Ama kıyamam ki. Derilmiş olanlarından her akşama bir demet getirmek istiyorum sana. Kokusunda salon sen koksun diye.
Geceleri yıldızları seyrediyorum balkonumda. Bir efkâr dumanı savuruyorum yalnızlığıma. Sen… Bir yerlerde uyuyor musun? Bensiz üşüyor musun? Ağlıyor musun benim gibi yalnızlığa nerede dingin limanım diyerek olmayan göğsümde. Çok mu uzağımdasın dağ çiçekleri gibi, yoksa çok mu yakınsın papatyalar kadar.
Bir şarkı geliyor içeride açtığım radyodan. “Gamzedeyim deva bulmam” diyor yine. Ne çok vuruyor yokluğunda şarkılar. İnadına mı koyuyorlar bunları listelerine. Birileri hala yalnız ve şimdi yine balkonda sevgilisine ağıtlar söylüyor diye haber mi veriyorlar nedir? Anlamıyorum bu şarkıyı sevdiğimi bilen bir ben bir gece ve birde sen varsın. Nereden bilip de çalıyorlar böyle.
Gözyaşımı saklıyorum gelişine. Hele bir gel… O zaman ıslatmaz mıyım göğsünü sensiz günler ve gecelerce içimde biriktirdiklerimle. Anlatmaz mıyım yokluğunun bende koyduğu arazları. Her şeyimin olduğunu söylüyorlar beni bilenler evse ev, eşyaysa eşya, paraysa paraymış. Yetermiş güya. Nasıl yetsin sunam. Sen yokken öyle yalnız öyle fukarayım ki ben. Boynum bükük. Elinden tutup dolaşamıyorum ki şu şehri. Isınmıyor ki bir başka elle. Eldiven takanların hepsi yalnız insanlar belki de. Sahi bizim gibilerin ısınmak için yataklarına serili elektrikli battaniyeleri olmalı mı?
Gel artık sevgilim. Sensizliğin tadını çıkarttım yeterince. Hatta tadı kaçtı bile belki de. Senli zamanların tadını biriktir gülücük dolu gamzelerinde. Topla getir artık bana biriktirdiğin tüm sevgini. Bir gün de yolunu değiştir önümden geç sevgilim. Yahut sor artık şu özlediğim soruyu.
“Birini mi bekliyorsunuz”.
“Evet” derken gülümsesem ısınıverse için içime. Beklemekle geçen hayatım gelişinle sevdana çark etse. Sularında kaybolsam yıldızlı gecelerde. Kutup yıldızım olsan benim, her limandaki tek sevgilim… Sımsıkı sarılsan, uyutmasan artık gecelerimi.
4 Aralık 2007 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder