4 Aralık 2007 Salı

BEKLERKEN (II)


Bugün seni izledim sen uyurken. Tek kişilik koltuğunda yine okurken uyuyakalmışsın. Gözlüğün bile gözlerinde. Eskiden takılırdım bu haline gülüşürdük hatırladın mı. Rüyalarını seçemiyorsun diye unutmuş numarası yapıyorsun diyordum sana, sen gülüyordun. Yılları ceplerimize toplaya toplaya nasıl gelmişiz bu günlere. Yıllarla birlikte saçların gümüş teller biriktirmiş. Göz kapakların biraz yaşlanmış belki, yoksa sen o ilk gördüğüm genç adamdan başkası değilsin. Göz kapakların düşüyor artık gözlerine istemsiz. Uyuya kalıyorsun elinde kitap gözlerinde 3,5 numara gözlüklerinle.

Kızıyorum aslında koltuğunda uyuyakalmana. Bu yaştan sonra sarılıp uyumak için ihtiyacım varken sana, sevgili kitapların yerimi alıyorlar böyle yorgun olduğun gecelerde. Sen de haklısın ama. Benim gibi dırdır etmiyorlar. Gönüllüce açıyorsun kapağını ve sen istedikçe konuşuyor seninle. Gitme demiyor, kal diye tepinmiyor. Uyuyakalıncaya kadar yarin de yareninde kitapların oluyor.

Bu oda… Sarının iki tonunu farklı uygulayıp hazırladığımız, her şeyi bana bıraktığın ama yapımında zevkle fırçayı eline aldığın. Güneşinin rengi olan oda. Televizyonsuz yapamadığından, ille buraya da bir tane almıştın hani. Sırtını dayadığın kütüphanen. Arada kalkıp hareminden bir güzel seçer gibi, seçtiğin cildi hiç bozulmayan ter-ü taze kitapların. Sayfalarında dolaşırken yüzünde beliren gülümseme. Hep böyle olmuyor ama. Bazen de kaşlarını çatmana sebep oluyorlar nedense. Kimi zamanda bir kaşın havada ciddiyetle okunuyorlar satır satır. Ne okuduğunu sormayışımın sebebi bu. Yüz halinden anlıyorum ne tür bir kitap okuduğunu. El üstünde tutulan bir sevda senin ki. Bana da bu sevdanın seyrindeki mutluluk kalıyor çoğu gece.

Yine en ciddi halinle gömleğin kazağın ve tüm giysilerinle birlikte uyuya kaldın koltuğunda. Burnunun üzerine düşmüş yine gözlüklerin. Ne kıymetli sende sevda. Nasılda ayrıntı bile kaçırmamak için büyüte büyüte okuyorsun sözlerini. Seviyorum sendeki bu aşkı.

Pıtır pıtır sesler geliyor dışarıdan. Aaa gerçekten, evet yağmur başlamış. Dur şu ışığı kapatayım ben. Masa lamban açık kalsın sadece. Perdeleri açıp biraz da onu seyredeyim. Bu arada üşümüşsündür belki de. Kalkmışken bir battaniye getireyim üzerine. Merak etme usulca sererim üzerine. Kuş gibi örterim, uyandırmam kıymetli uykundan. Dinlen sen. Biraz daha izlerim seni uzaktan, yağmuru anlatırım sana içimden.

Tepe lambasını yakmadan seyretmek ne güzel. Oldum olası seviyorum bu loş ışığı. Böyle daha da güzel görünüyor hayat. Kusurları gizleniyor. Bakmak istediğini görebiliyorsun sadece. Ayrıntılara takılmıyor gözlerin. Teferruatlarla dolu bir hayatın üzerinden geçiriyor insanı. Yormuyor… İyi ki seninle evlenmişim diye geçiriyorum yine bu gece aklımdan. Ya teferruatlarda beni boğup sıkan bir eşim olsaydı. Ne kadar mutlu olduk seninle bu hayatta. Azıcık aşım kaygusuz başım misali. Sen de ben de hep mutlu olduğumuz şeyleri yaptık şu dört duvar arasında. Boğulmadan, sıkılmadan. Ben yazılarımı yazarken sen kitaplarını okumaya devam ettin. Sen koltuğunda uyuyup kaldığında üzerini örttüm incitmeden. Bu gece olduğu gibi dışarıda yağan yağmuru, çıkan rüzgarı, saçakları mesken tutan güvercinleri, yakan güneşleri ya da dünyayı seyrettim gecelerce. Hayat aktı sokağımızdan. Ben seyrettim. Bende hayat hiç akmadı sanki. Akan sadece zamandı.

Azıcık pencereyi açsam toprağın kokusunu alabilmek için, izin verir misin bana? Üşürmüsün yoksa? Yok ama örttüm ya üzerini, üşümezsin. Sadece derin derin içime çekeyim biraz. Imm. Mis gibi, duyuyor musun. Harika. Yağmurun şarkısı, kokusuyla yan yana nasıl güzel bir sevgili şimdi bana, ısıtmayan ama yüz ağartan. Susuzluğunu gideren bir aşık gibi bu sakin yağmur. Gençken, seninle yeni tanıştığımız zamanlarda şemsiye sevmezdik hatırlıyorum. Islanırdık yürürken yollar boyu. Sarılırdık birbirimize. Ama ıslanmaktan gocunmazdık. Birlikteyken ıslanmak, büyütürdü birlikteliğimizin sebebi, aşkımızı. Filizlerimiz görünür olurdu yüzümüzde. Benim yüzümdeki gülücükler, senin dudaklarından gelen öpücüklere karışırdı. Sımsıkı sarıldığımda sana, soğuk vız gelirdi. O zamanlar çok başkaydı hayat. Bu gün yaşadıklarımızı yaşamak istediğimi anlatmaya çalışırdım, bir türlü anlatamazdım sana. Ne tuhaf anlatamadığım halde yaşıyorum bugünlerde özlediğim hayatı. Her şeyi anlatmaya uğraşmanın bir anlamı olmadığını görüyorum. Meğer ki, zaten gönlünde olanları yaşıyormuş insan hayatta. Hep böyle olmaz ama diyeceksin biliyorum. Ben de biliyorum her zaman böyle olmayacağını. Ama benim için öyle olması sevindirici, öyle değil mi? Mutluluk hiçbir zaman büyük bedeller ödetmedi bana. Dünyalık bir dolu şeyden vazgeçtiğimden, gönlümde istediğim o tek tük şeyi lütfettiler belki de bana. Her şeyi hak ettiği için elde edenlere inanmıyorum biliyor musun. “Ben yaptım”lı bir dünya kurulmuyor kurulmadı hiç kafamda. Bir süreçti elde edilenler. İstenilenleri yeterince istemek ve sabrı göstermek gerekiyordu yalnızca.

Şu yağmurun şarkısı ve bu gecenin toprak markalı kokusu…Nasıl güzel bir gece bu gece. Senden sonra izlenmeye değer ne kadar güzellik varsa karanlık bir gecenin arkasında sere serpe uzanmış gözlerimin önüne. Gece neden hep kadın gibi geliyor bana bilmiyorum. Ama öyle de cilvebaz duruyor ki karşımda. Bu kadar çekicilik çok diyorum. Gece… Beni benden geçiren karanlık girdap.

Pencereyi kapatayım artık. Üzerine bir battaniye daha örteyim üşürsün böyle. Sonra bende teslim edeyim artık gözlerimi uykuya. Bak saat üçü geçmiş bile. Gece, sen, yağan yağmur ve toprağın cezbeden kokusu. Bırakın artık beni. Bırakın da biraz da ben uyuyayım.

Hiç yorum yok: