KADIN, MARTI VE YAŞLI ADAM
Martının kanat çırpışına yükledi ümitlerini. Yaralı kanadının öpülüp iyileştiği son ana sakladı mutluluğunu. Salıverdi sonra tuttuğu kafesinden. Yarasından ve uzundur uçamayışındandı topal kanat çırpışları. Alışırdı, alışacaktı, alışmalıydı. Martı kırığını unutmasa da başka martılardan saklayacaktı acısını. Gözüne dolan her yaşı kıyıya yakın yerlerde denizin tuzunda yıkayacaktı. Pikeleri ava değil, acıya saklanacaktı.
Uçtu adını pembe koyduğu martı, kuşkanatlarını açarak. Dönmeyeceğini bile bile bıraktı mavi suyun gökyüzüyle buluştuğu ufuklarına. Göğe ermeyecekti başı. Kırık kanadında saklanacaktı merhameti. Çirkin çığlıklar atacaktı yine gökyüzünde. Alabildiğine uçacağı günler gelecekti elbette. Tutundu boşluğa martı ve yüzdü havanın akıp giden rüzgârıyla.
Sahilde kuşları seyreden adam bir martı gördü. Diğerlerinden farklı insancıl bir hali vardı. Diğerleri alıcı kuşlar gibi dönerken başında, bu konmak için sanki izin almayı umuyordu. Gel dedi tüm kalbiyle. Kondu martı kıyıya. Denizi seyreden adamı seyir etti. Durdu düşünceli bir halle. Kırıntılar atan adamın yanında, kanadını onaran kadının kalbini bulmaya çalıştı.
Vazgeçirdi adam yaşlı gözlerini, denizi seyretmekten. Martının uysal bakışlarına kilitlendi. Çözülmez bir bilmecenin baş harfiydi adam, son harfiydi martı. Kısa bir cevap bu bilmecenin dört harflik kelimesinde saklıydı. Aradı, aradı. İpuçlarını sorguladı. İp uçlarından biri; yaşayan dedi, öbürü; mertlikten bahis açtı, bir diğeri; sensin diye fısıldadı kulağına. "Ben miyim? Nasıl olur daha küçükken annem anlatmıştı bu hikâyeyi. “Her şey olabilirsin vali bile ama…” demişti bana".
Büktü boynunu martı. Adam, boynunu büktü. Geçip giden zamanların tüm hatalarını aldılar ortalarına. Martının kanatlarına geçirdi çileyi. Yumağını sardı zamanın. Düğümlerini ayıkladı tek tek. Aralarından su bile sızmadı.
Bir zaman böyle yaşadılar, günün, akşama yakın saatlerini. Saat kulesi olmayan şehrin patırtılı ayakları, araçlarına doluşmuş egzoz dumanına boğmuşlardı denizin güzel havasını.
“Gideyim” dedi martı.
“Git” dedi Adam.
“Adam sensin” dedi Martı.
Güldü adam.
“Bu hesabı tutturabilen bir tek sensin” dedi. “Bir hata yapmış olmayasın?” bakışıyla baktı martıya.
“Hayır” dedi kanadının kırığı kaynayan martı, “sana kanım kaynadı demek sen Adam’sın. Ben bir Adam tanıdım sende ve bir kadın hatırladım kanadımın sızladığı yerinde.”
“Uç” dedi yaslı adam, “Ben o kadını bulmayı çok isterdim. Kim bilir belki benim de kırık kollarıma merhametli ellerini sürerdi ve iyileştirirdi bu hayat daha tükenmemişken.”
“Ben de isterdim” dedi martı. “Bilmeni isterdim, kendi kırıklarına merhem bulamazken, kanadıma sardığı şifayı. Bahçesinde büyüttüğü sevgilerini nasıl koynundan çıkarıp çıkarıp kanatlarıma sardığını.”
“Sus artık” dedi yaşlı adam. “Bitip giderken bir hayat, aratma bana bu saatten sonra beni yürütmeyen ayaklarımla nerede olduğu bilinmeyen o kadını. Yaşamadan vazgeçtiğim her şeyin arasına yazayım ismini ve hayalimdeki yüzünü yaşatayım. Gülen gözlerinin hayaliyle uyansam yeter bundan sonra. Demek varmış böyle bir kadın. Demek yarasından önemliymiş başka yaraların sıhhati. Demek bir yerlerde martılara annelik yapan bir kadın yaşarmış halâ."
“Gün bitiyor” dedi martı. “Geç kalma daha fazla serinledi sahil, üşüyeceksin. Sende bende gidelim tüneklerimize.”
“Sokulup ısındığın başka martılar var mı?” diye sordu adam.
“Olmaz mı?” dedi martı.
Bir damla yaş süzüldü adamın yanaklarından.
“Neden?” diye sordu martı.
“Çocukluğumda kuş olmak isterdim de ondan” dedi adam. “Ama büyüklerim insan olmanın çok daha güzel olduğunu söyleyip vazgeçirdiler beni. Bir gün yalnız ve soğuk bir eve mecbur olacağımı bilmiyorken, içimden bir ses kuş ol diyordu, o çocukluk zamanlarımda. Babamı görmek istiyorum bu gece düşümde. Yine küçük bir çocuk olayım kucağında ve ne kadar yanıldığını anlatayım babama ve bir martının gözlerinde anlattığı gerçekleri, bu geceki düşümde.”
Kırık kollarını sokarak ceplerine, doğruldu oturduğu yerden ve martı kanatlandı. Acılarını sakladılar aralarında. Biri tüneğine diğeri yalnız evine doğru ufukta kızaran güneşi arkalarına alarak ayrıldılar.
Gelen gecenin yıldızlarına yumdular gözlerini. Hayat, yaşamaya cesaret edemediği bir
çok güzelliğin elinden uçup gidişine göz yummaktı biraz da. Hayat, gülmeye değer, yalnızlığa tahammülsüz, acılarına razı olunan bir zaman yumağıydı. Anladı ki yürümeyi öğreten anasıyla babası, uçmayı öğretmeliydiler, bahçedeki ceviz ağacının gölgesinde.
Denk gitmeyen bir zamandı hayat. Bir martının kanatlarına takılan şans, parmak uçlarına bile dokunmadan uğurlayacaktı yaşlı adamı hayattan.
"Hayat, heyhat..." diye küstü bahtının baharlarına. Bir kadın vardı merhamet bulutları gibi yağmaya hazır. Ve bir martı bile çok daha şanslıydı işte. Yürüdü kaldırımları, görmeyi sürdüren gözleriyle. Yüksünse ne olacaktı ki. Yağmur çiselemeye başladı kır düşen saçlarına ve çökmeyi ezberleyen omuzlarına. Bir güleç yüz bulup buluşturdu yinede ve bir türkünün paçalarından asıldı ıslığında. Islanan gözlerine bahanesi oldu çiseleyen yağmur. Boş bir ev vardı gözüne görünmeyen. Dolmayan bir hayatı özleyerek yürüdü mutluluğuna dair. Uzakta kaldı sahilde kurulu bank, köşk misali. Bir martı, bakışlarında nasılda kafasını karıştırdı. Üşüdü yağmurluğunun altındaki yaşlı gövdesi. Adımlarını sıklaştırdı. Hızlandıkça kavuşmasına daha da az kaldı yalnızlığına. Çok değil, birazdan açacaktı anahtarıyla kapısını ve öpecekti bir başına bekleyen yalnızlık dudaklarından. Sonra bir çay koyacaktı ocağa nasılsa ve bir fincan çıkaracaktı, tembellikten almayacaktı ince belli çay bardaklarından.
Oturacaktı çalışma masasının başına ve yakacaktı masa lambasını. Perdesini örtmeyi sevmediği odasından zayıf bir ziya "ben de varım" diyecekti tereddütle, yoldan geçenlere. Uzun uzun kalemi tutup sızlayan parmaklarıyla başlayacaktı yazmaya martının hikayesini. Kendine saklamayı ne kadar isterdi halbuki o güzel kadını. "Olmaz" dedi, değilmi ki bana değildi merhameti, değilmi ki bir martı'ya yeten merhametini bana göstermedi, bir sitem duyulmalıydı geçip gittiği dünyadan geriye kalacak olan hikayesinde. Kim bilir diye düşündü, ben onu yazdığımda belki de okumayı seven biridir ve okur bu yazdıklarımı. Martı kanadını iyileştiren bir kadın okur arkamdan okunacak, kimsesizliğimin duasını...
Aylardan Ekim, yerlerden yedi tepeli şehir, hanelerden bir başıbozuk yalnız hane. Birde ben işte, hikayedeki yaşlı adam. Daha ne olsun bundan başka...
1 Ocak 2008 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder